GÜNDEM ÇORBASI (12. ŞUBAT. 2012)…

508
Ana Sayfa ·Köşe Yazılarından Alıntılar ·GÜNDEM ÇORBASI (12. ŞUBAT. 2012)…

ÖRTME, KAPATMA, UZLAŞMA, ÇÖZ !…
Gördüklerimi, duyduklarımı, okuduklarımı, fotoğrafın parçalarını bir araya getirir, bir sonuca varabilirim. Bu da benim analizim olur.
O halde son günlerin en çok sorulan “Neler oluyor” sorusunu da bu çerçeveden bakınca şöyle cevaplayabilirim:
Sadece olması gereken oluyor!
Yapması gerekenler yapmadıkları zaman başka bir kurum devreye girip yapılması gerekeni yapıyor!
Siz, eşiniz, dostunuz, aileniz hakkında, şahsınız hakkında, partiniz hakkında bir kötü söz, bir tenkit, bir nadanlık olduğunda aslan kesiliyorsunuz, ne gerekiyorsa hemen yapıyorsunuz. Bütün yetkilerinizi kullanıyorsunuz. Mutlaka intikamınızı alıyorsunuz.
Ama… Ülkeye ve millete kastetmiş oluşumlarla ilgili gelişmelerde olayların üstünü örtüp, uzlaşmacı bir profil çiziyorsunuz.
Oysa asıl yapılması gereken, nefsani davranmaktan ziyade bütün ülkenin hukukunu korumak, bu ülkeye, bu millete kasteden nadanların üzerine gitmektir.
ŞEMDİNLİ OLAYI:
Şimdi…
Adamlar suçüstü yakalandılar.
Sonra ne yapıldı: Bu olayı soruşturan savcıyı meslekten men ettiniz, neden?
Çünkü iddianamede bu adamlar suçludur ama Yaşar Büyükanıt da Selahattin Uğurlu da suçludur dediği için.
Kurulda, Savcı Ferhat Sarıkaya için ihraç kararı değil uyarı cezası verilecekti ama generaller ve bazı bakanlar devreye girdi ve ihraç kararını çıkardılar!
Ne oldu burada?
Savcı görevini yaptığı için cezalandırıldı.
Savcının istediği gibi işleseydi adalet, Şemdinli’den girilip Ankara’dan çıkılacaktı.
Olmadı, üstü örtüldü.
SAUNA OLAYI…
Bir sürü bürokratın, siyasetçinin, hakimin, savcının masaj yaptırırken (!) görüntüleri ortaya çıktı.
Etimesgut Zırhlı Birlikler Komutanı’na suikast planları ortaya çıktı.
Bu iş de adi bir olaymış gibi kapatıldı. Asıl kişilere yönelinmedi.
Atabeyler Çetesi olayı: Ne oldu Atabeyler Çetesi olayı?
Yargılandı bitti, orada kaldı. Arkasında kimler var, üzerine gidildi mi?
Bu olayların üzeri örtüldükçe bu işleri tezgahlayanların cesareti arttı.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine müdahale etmeye çalıştılar.
367 skandalını yaşattılar bu Meclis’e.
27 NİSAN MUHTURASI…
Veeee… Kapatma davası!
Uzlaştıkça üzerinize geliyorlar.
Baktılar olacak gibi değil, Ergenekon operasyonuna onay verildi.
Ama hep küçük adamlarla, maşalarla, militanlarla uğraştılar. Büyüklere, kodamanlara yönelmediler.
En baba adam olarak Veli Küçük ile Doğu Perinçek tutuklandı.
Kapatma davası açılınca Hurşit Tolon ve Şener Eruygur…
Haberal, Dalan…
Hatta Haberal tutuklanınca hükümetin bazı bakanları devreye girdi. Ama savcılar işlerini yapmaya devam etti.
Ergenekon Davası’nda, Karargah Evleri Davası’nda, 2002’den 2010’a Balyoz dahil bütün teşebbüslerin hiçbirinde MİT hükümete ve Yargı’ya yardım etmedi. Hiçbir bilgi-belge vermedi.
Odatv olayında işin ucu MİT’e ulaşınca, orada kısmen bilgi paylaşımı oldu.
Ne Ergenekon’da ne Balyoz’da…
AK Parti hükümeti kurulduktan sonra gelişen bütün olağanüstü olaylarda MİT hiçbir şekilde hükümete ve yargıya yardımcı olmadı.
Hükümete ve Başbakan’a yönelik birçok durumdan MİT’in haberi olmadı mı?
En son Uludere olayında ise hükümete en büyük golü MİT attı.
Şu son,
KCK MESELESİ…
Aslında yargının bu hamleleri Türkiye’nin temizliği ve demokratikleşmesi için hükümete verilmiş müthiş fırsatlardır!
KCK operasyonlarında bazı bakanlar savcıları arayıp gözaltıların önüne geçmek bile istediler.
Neden?
KCK 2005’te kuruldu. 2007’de faaliyete başladı. KCK operasyonları 2009’da ancak başlayabildi.
Neden, çünkü bakan operasyonları iki yıl engelleyerek geciktirdi.
Eğer KCK operasyonları zamanında yapılmış olsaydı, 2011’de yaşanılan birçok saldırı gerçekleşemeyecekti.
Hiçbir işin sonuna kadar gidilmiyor, bir yerde kesinti oluyor. Buna göz yumuluyor!
Nerede bir numara mesela?
Ne yani, her taraf kirli de MİT sütten çıkmış ak kaşık mı?
Askerin içinde, emniyetin içinde, Yargı’nın içinde, üniversitede, medyada her yerde varlar, herkese dokunuldu
ama MİT’e hiç dokunulmadı.
Niye?
MİT’te yoklar mı?
MİT’in başına istenilen kişi atanınca tertemiz mi oldu MİT?
Uludere olayının hükümete verdiği zararı hiç kimse veremedi. O olayın banisi de MİT’tir.
Üstünü örttükçe hükümet işin içine çekiliyor.
O halde… Örtme, kapatma, uzlaşma, çöz!

 ALINTI : Nuh GÖNÜLTAŞ
***

DÖNEN DOLAPLAR !…
Hiç şüphe yok ki, medyada kulağı delik nice kurt gazeteci ve yazar dönen dolapların içyüzünü biliyor ama yazmıyor, yazamıyor.
Bendeniz, dolapların bazı taraflarını onlar kadar bilmemekle beraber, bazı hassas konuları onlardan çok daha fazla, çok daha iyi biliyorum ama yazmıyorum, yazamıyorum.
Gerek basılı medyada, gerekse tv’lerde reyting maksadıyla bir hayli haber, yorum var ama bunların çok azı açık, seçik ve doğrudur.
Hani şu son zamanlarda başlıklar yapıyorlar:

Flas flaş flaş!..
Şok şok şok…
Başlık merak uyandırıyor, okuyorsunuz ama içi boş.
Şimdi “biraz” sadede geleyim:
Bugün Türkiye’de olup bitenleri anlamak için 1908 İkinci Meşrutiyet hareketinden itibaren olup bitenlere bakmak gerekir.
O tarihte iktidar Müslümanların kontrolünden çıkmış Masonların, Dönmelerin, İslam karşıtlarının eline geçmişti. Gerçi sahne dekorları aynıydı; Hilafet, Şeriat, Meşihat vs… ama kulislerdeki durum tamamen değişmişti.
Masonlar, Dönmeler Sultan Abdülhamid’in 33 yıl dirayetle idare ettiği büyük devletimizi on sene içinde batırdı, 1918’de Mondros’ta teslim bayrağını çekti ve elebaşıları Alman denizaltılarına binerek vatandan kaçtı.
Sultan Vahdettin vatanı kurtarmak için M. Kemal Paşa’yı Samsuna gönderdi, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi açıldı, Çerkes Hasan’ın başlatmış olduğu millî mücadele kazanıldı ama büyük bir kopukluk oldu. Padişah İstanbul’u terk etmek zorunda kaldı.
1923’te Cumhuriyet kuruldu. Hilafet devam ediyordu. İstanbul’da Dolmabahçı sarayında son Halife Abdülmecid bin Abdülaziz Han oturuyor ve her cuma merasimle selamlığa çıkıyordu.

Türkiye Ortdadoğu’nun Japonya’sı olabilirdi.
Millî kimliğe ve millî kültüre saygılı ve bağlı çoğulcu rejim bir sene kadar sürdü ve ardından büyük bir kopukluk ve ârıza yaşandı.
Devlet büyük darbeler yedi, hattâ devlet olmaktan çıktı.
Tek partili ârıza ve kopukluk rejimi 1945’e kadar devam etti.
1945’te Amerika ve İngiltere, Sovyetler Birliği’nin tehdidi altındaki Türkiye’ye baskı yapılarak ama şöyle ama böyle çok partili sözde çoğulcu bir rejime geçildi, lakin tarihî ârızaya dayanan vesayet rejimi, bütün tabularıyla, ideolojik mitolojisiyle, baskılarıyla, zulümleriyle devam ettirildi.
14 Mayıs 1950 seçimlerini CHP ve Millî Şef İnönü kaybetti. Celal Bayar cumhurbaşkanı oldu. Bayar su katılmamış gerçek bir Kemalist’ti, vesayet rejimini devam ettirdi. Müslüman halkın ağzına arada bir Ezan yasağını kaldırmak, İmam-Hatip mektepleri açtırmak gibi birer kaşık bal veriliyordu. Türk Ceza Kanunu’ndaki 163’cü madde terörü ise devam ediyordu.
27 Mayıs’ta ordu darbe yaptı, halk oyuyla seçilmiş olan Demokrat Parti iktidarı tepetaklak edildi. Koyu, radikal, tepeden inme, faşist, amansız Kemalist sistem hakimiyeti tekrar ele geçirmişti.
1960 darbesinden sonra millî kimliğe, millî kültüre, insan haklarına, adalete az çok taraftar sivil iktidarlar; darbelerle, tehditlerle, baskılarla, silah gücüyle sindirildiler, alaşağı edildiler.
Nihayet AKP askerî vesayet rejimine son vermek, halk oyuyla gelen ve giden sivil iktidar rejimi kurmak için harekete geçti. Hayli başarılı oldu ama ortaya vahim tablolar çıktı.
Düzen veya sistem temizliğini ve şeffaflığını yitirmiş, ülke genel, yaygın ve yoğun bir kokuşma içine düşmüştü. İdealizm ikinci plana atılmış, rantçılık birinci plana çıkmıştı.
Adaleti, insafı, doğruluğu ve dürüstlüğü, hakkaniyeti, temizliği, mürüvveti esas alması gereken İslamî harekete gölge düşürülmüştü.
Her sahada arivizm ve arivistler görülüyordu.
Türkiye’de mevcutları bir buçuk milyon olan Kripto Yahudiler hakimiyetlerini ve rantlarını öyle kolay kolay bırakmak niyetinde değildiler.
Sayıları bir buçuk milyon dolayında olan Kripto Ermenilerin bir kısmı da Kürt kozunu kullanarak Türkiyeyi parçalamak, 1915-18 yılları esnasında kaybolmuş olan Ermeni nüfusunu tekrar Anadolu coğrafyasına getirmek istiyorlardı.
CIA, MOSSAD, ABD, İsrail, Haçlı mihver ve mihraklar, beynelmilel Siyonizm Türkiye’deki dehşetli satranç turnuvasına dahil olmuşlardı.
Genellikle kırsal kesim kültürüne sahip ve son derece parçalanmış ve bölünmüş Müslüman kesimin içine; gerek içteki vesayetçiler, Dönmeler, Kriptolar, gerekse dış dünyadaki İslam karşıtı güçlü lobiler ajanlar, casuslar, Lawrence’lar, istihbaratçılar, provokatörler sokmuşlardı. Türkiye bir cadı kazanına dönmüştü.
Satranç gittikçe çetrefilleşiyordu.
Türkiye’de konvansiyonel devlete paralel olarak başka derin devletler de vardı ve bunların bazısının gücü, konvansiyonel devleti sarsacak hale gelmişti.
Yirminci asırda Akdeniz çevresinde üç Yahudi devleti kurulmuştu.
Bağımsız Kürdistan adı altında, Irak’ın kuzeyinde Yahudi hakimiyetinde bir devlet kurulmak isteniyordu..
Türkiye İsrail için hayatî öneme sahiptir. İsrail ve Siyonizm Türkiye’yi elinden kaçırırsa ayakta duramaz, devam edemez.
Türkiye bir İslam ülkesidir. Türkiye’nin dominant unsuru Müslümanlardır. Türkiye kültürü ve kimliğinin ana faktörü İslam’dır. İdealistliği ve mücahitliği bırakıp müteahhit ve rantçı olan birtakım sahte İslamcılar, Türkiye İslamlığına en büyük darbeyi vurmuştur.
1908’te başlayan, 1924’teki büyük kopuklukla büsbütün kızışan dehşetli satranç turnuvası devam ediyor. Askerî vesayetçiler ile sivil idare taraftarları… Resmî ideoloji faşistleriyle temel insan hakları taraftarları… Kemalistler ile İslamcılar… Eyyamcılar, rantçılar, arivistler… Kripto Yahudiler, dönmeler, Kripto Ermeniler… Mücahitler müteahhitler…
Yirmi dokuz madde yazdım ama çok konuları yazmadım, yazamadım. Yine de yazdıklarım dikkatle okunursa çok şey öğrenilebilir.
CIA, ABD, MOSSAD, İsrail, Siyonizm, vahşi kapitalizm, vahşi liberalizm, Selanik Dönmeleri, Kripto Yahudiler, Kripto Ermeniler, Haçlılar, Evangelistler, arivistler, sâbık mücahitler, lâhik müteahhitler, Moiz Kohen’ler, Tekin Alp’ler, dehşetli ve efsânevî kara ve kirli servetler, dönen dolaplar, akan âblar, patrikler, papazlar, monsenyörler, hahamlar, düzinelerle güçlü lobi, büyük büyük cemaatler, siyasete ve ticarete gark olmuş bazı tarikatlar…

Sultan Abdülhamid zamanında Türkiye çok büyüktü.
Devlet sarsılmıştı ama yine bir ucu Adriyatik denizine, bir ucu Trablusgarp Fizan çöllerine, başka bir ucu Yemen’e uzanıyordu.
Bağdad’ta, Basra’da, Haleb’de, Şam’da, Mekke ve Medine’de, Taiz’de, Selanik’te, Yanya’da, İşkodra’da, Rodos’ta, Midilli’de ve daha nice beldelerde, vilayetlerde Türk bayrağı dalgalanıyordu.
İslam düşmanları bu büyük devleti birtakım iki kimlikli taşeronlara yıktırdılar.
Aradan hayli zaman geçti, köprülerin altından hayli âblar aktı.
Eskiye göre çok küçülmüş olan bugünkü Türkiyeyi de artık büyük buluyorlar ve parçalamak, bölmek, küçültmek istiyorlar.
Bunun için de birtakım taşeronları vazifelendirmişlerdir.

ALINTI : Mehmet Şevket Eygi
***

1920’LERE ANCAK BİR İLKOKUL MÜSAMERESİ İLE GERİ DÖNEBİLİRSİNİZ !…
Dün bir kavga vardı.
Adil olmayan bir biçimde çözüldü.
Birilerinin canı yandı.
Birileri hâlâ huzursuz.
Bir hatanın düzeltilmesi, bir kusurun telafi edilmesi gerekiyor.
Yoksa, uzun yıllar boyu cesetlerle aynı odada birlikte yaşar gibi, geçmişin bitmeyen kavgasının içinde kendi ömrümüzü de tüketiyoruz.
Olmayan bir tarihi inşa etmek ve koro halinde söyleyerek herkese ezberletmek mümkün.
Ya sonuç?
Bütün bir milleti toplumsal bir şizofreniye mahkûm etmek, gerçeklik duygusundan uzak nesiller yetiştirmekten başka bir sonuç elde edemezsiniz.
Gerçeklik duygusu olmayan bir toplum, gerçek sorunlarla baş edemez.
Çok basit sorunları bile içinden çıkılmaz hale getirip, kendilerini karanlığa mahkûm ederler.
Öteden beri bugünün iktidar mücadelesinde, Cumhuriyet tarihine birbirine zıt tezlerle müracaatın tek sebebi, geçmişte kalmış ve bitmemiş hesaplardan.
Maziyi yeniden geri getirmeye yeltenenler, geçmiş güçlerini ve ikbal dönemlerini arıyorlar.
Birileri yeniden Samsun’a çıkıyor.
Diğerleri Kuvva-yı Milliye’yi kuruyor.
Milli Mücadele tekrarlanıyor.
Cumhuriyet tekrar kuruluyor.
Bu ezbere tekrarlanan edebiyatın ihmal ettiği basit bir gerçek var.
Dünya 1920’lerin dünyası değil.
1920’lere ancak bir ilkokul müsameresiyle geri dönebilirsiniz.
Veya, orada kalmış ve bitmemiş bir hesabı görebilirsiniz.
***

“DOĞRUSUNU BİZ BİLİYORUZ” İDDİASINDA OLANLAR !…
Doğrusunu ille de biz biliyoruz iddiasındaysanız, o zaman sırtlarınızdaki o üniformaydı, cübbeydi, meşin ceketdi zamazingolarınızı çıkarıp “sivil” kıyâfetle halkın karşısına geçin ve ne demek istediğinizi bir de öyle anlatmayı deneyin!
Bakalım halk size neresiyle ne cevab verecek!
***
ÇİN ATASÖZLERİ…
Kadına inanan, kendini aldatır. İnanmayan da kadını aldatır…
Oturarak yapabileceğin hiçbir şeyi ayakta, yatarak yapabileceğin hiçbir şeyi oturarak yapma…
Verdiklerin aldıklarından daha değerli gelir…
Yakınındakileri mutlu et, uzaktakiler gelecektir…
Satın alırken kulaklarını değil,gözlerini kullan…
Zenginlik gübredir. Yalnızca saçıldığında yararlı olur…
Bir adamdan şüphe ediyorsan ona iş verme; bir adama iş veriyorsan ondan şüphe etme…
Bilge ay’ı gösterir, aptal onun parmağına bakar…

Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen bir aptaldır.
Ondan sakının; Bilmeyen ve bilmediğini bilen bir öğrencidir.
Ona öğretin; Bilen ve bildiğini bilmeyen uykudadır.
Onu uyandırın; Bilen ve bildiğini bilen akıllıdır.
Onu izleyin…

Ne kadar dönersen dön, kıç yine arkadadır..
Bin kilometrelik bir yolculuk ilk adımla başlar…
Büyük kişilerin iradeleri, zayıfların ümitleri vardır…
Bir sual soran beş dakika müddetle bilgisiz görünür, sual sormayan ilelebet bilgisiz kalır…
Bilen konuşmaz, konuşan bilmez…
Başkalarını azarlar gibi kendini azarla, kendini affeder gibi başkalarını affet…
Bir iş açmak çok kolaydır; onu açık tutmak ise çok zordur…
Bir anlık hiddet sırasında sabırlı olursanız, yüz günlük kederden yakayı kurtarırsın…
Bir kaşık bozuk yemek bütün tencereyi bozar…
Başarmak istersen üç yaşlıdan öğüt al…
Bir kişiye balık verirsen, o gün karnını doyurursun. Balık tutmayı öğretirsen, her gün karnını doyurursun…
Dostunun alnındaki sineği baltayla kovalama…
Çok neşeli anınızda kimseye bir şey vaadetmeyin. Çok öfkeli anınızda kimseye yanıt vermeyin…
Herkes yüzlerce hayat taşır. Ama bunların sadece biri, hatırlanmaya değer. Bu, sizinki olabilir. Sakın harcamayın…
Dünyada kusursuz iki insan vardır. Biri ölmüştür, öteki ise doğmamıştır… 
Fazla kalabalık kümes, normalden az yumurta üretir…
Akıllı bir adam yalnız kendi tecrübelerinden, çok akıllı bir adam başkalarının da tecrübelerinden yararlanır…
Ata eyeri ile kıymet biçme…
Akıllı adam deliyi azarlamaz…
Anlatırsanız unuturum; Gösterirseniz hatırlarım; Yaptırırsanız anlarım…
Duvar yapıldıktan sonra duvarcı unutulur…
Duyduğuma inanmam; gördüğümün yarısına, yaptığımın tamanına inanırım…
Dünyada üç şey saklanamaz: aşk, duman ve parasızlık!…
Derin olan kuyu değil kısa olan iptir…
Erken kalkmayan avrat, söz dinlemeyen evlat, mahbuzla gitmeyen at kapında varsa kaldır at…
Fazla mal göz çıkarmaz ama fazla mal cehenneme kütüktür…
Güneşin doğuşundan batışına kadar acele edenler uzun yaşamazlar…
***

Eğer söylenecek sözünüz varsa ekleyin..
Eğer söylenecek sözünüz yoksa sözleri okuyun..
Okumaya da zamanım yok diyorsanız..
O zaman PAYLAŞ ın birileri mutlaka okur…
***

Çeşitli Makale ve Yazılarım için:
http://www.turklider.org/TR/DesktopDefault.aspx?tabid=1583 da ” Haluk Cangökçe Gözüyle”

Araç çubuğuna atla