KENDİ ÜLKESİNİN SÖMÜRGECİSİ !…

Çarşamba, Ağustos, 2011
437
Ana Sayfa ·Köşe Yazılarından Alıntılar ·KENDİ ÜLKESİNİN SÖMÜRGECİSİ !…

KENDİ ÜLKESİNİN SÖMÜRGECİSİ !…

Tepesinde sallandırılan kılıcı, hayatın her alanına düşürdüğü gölgesinin büyüklüğüne, gölgede kalan alanların çürümüşlüğüne, ürettiği korkunun yerleşikliğine rağmen oradan kararlılıkla indiriveren Türkiye toplumunu alnından öpmek isterim, izninizle!

Zira bu “şahane mevzi terki”nin gerçek aktörü asla gidenler değildir. Kalanlardır, kararlılıkla sivilleşenlerdir. Türkiye halkı şunca yıldan, bunca zorlu acı tecrübeden sonra kendi ülkesini, iradesini, sözünü, siyasetini “yerli sömürgecisi”nin elinden bileğinin hakkıyla geri alıyor, özgürleşiyor. İşte bu, kutlanması gereken bir şeydir!

Bu işleri elbette bir siyasi partinin eliyle yapıyor -demokrasinin icabı. AK Parti’yi 9 yıldır iktidarda tutan şey, tam da budur; toplumun taleplerini doğru okumak, apoletli gölgelerden tırsıp ıslık çalmak yerine “teamül dışına” çıkıp “ampulü yakmak”.

Nasıl sömürgeleştik?

Halka güvenilmeyeceği, hele devlet yönetiminin hiç teslim edilemeyeceği fikrinin evveli ta Jön Türklere, İttihat ve Terakki’ye gider. 1960’dan sonra olan ise, bu fikrin yasal ve kurumsal olarak da tastamam fiiliyata geçirilmesinden, “paralel devlet” inşasından ibarettir.

Askerin 27 Mayıs uğursuz darbesiyle edindiği, her on yılda bir güncellediği sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki ayrıcalıklar ve hatta bu yolla edindiği psikolojik üstünlük, onu “kendi ülkesinin sömürgecisi” konumuna “düşürmüştür”.

Darbeler toplumu da sakatlamış, özgüven yitimine yol açmış, sorun çözme yeti ve becerisini zedeleyerek kendine gelişini geciktirmiştir.

Seçilmiş Başbakanın ve iki bakanın düzmece bir yargılama sonrasında asılması, toplum üzerinde olduğu gibi siyasete “cüret” edenlerde de büyük “travma”ya yol açmış, her “höt” deyiş hizaya sokuşun garantisi olmuştur. Şapkasını gapıp altı kez gidip yedi kez dönmek, bir siyasi kariyerin parlak addedilmesi için yetmiştir.

Eli kamçılı zihniyet

Bu köşe kapmaca, 27 Nisan 2007’de yapılan askeri ihtara, siyasi iktidar çıkıp da “duymamış olayım, hadi bakayım” diyene dek böylece sürmüştür.

Dikenli tellerle, 24 saat nöbetle yalıtılmış askeri lojmanlar. Sudan ucuz beş yıldızlı orduevleri. OYAK. Dolgun maaş, ucuz ve tasasız lüks hayat. “Emir eri müessesesi” sayesinde her hizmete koşabileceğiniz, köle hukukuna bile sahip olmayan bir “başkasının çocuğu”. Halkın silahını her an halka çevirebilme ihtimalinden menkul bir saygınlık. Hesap vermezlik. Zorunlu askerlikle silah altına alınan “isimsiz Mehmetler”in feda edilen hayatlarıyla yürütülen “şanlı mücadele”. Emanet oğulları ailelerine cansız teslim etmeyi kolaylaştıran bayrağa sarılı tabut ritüeli, bir kutsallık alacası. Haşa, eleştiriden muafiyet. Sivillerle siyasi rekabete girip hiç hesap vermeme, bedel ödememe lüksü. Kendine özel hukuk düzeni. Ve haliyle ülkede anayasa yapma hakkına sahip tek merci olmak!

Tüm bu pratikler ve “eli kamçılı zihniyet”, silahlı kuvvetleri özellikle de seçkinlerini kendi ülkesinin sömürgecisi pozisyonuna yerleşmiştir. Lakin işte yolun sonuna gelindi.

Türkiye toplumu artık ne istediğini ve ne istemediğini iyi biliyor. Demokrasiye inanmış asker kişilerle birlikte eşit ve özgür bir toplum düzeni kurmak için inisiyatif alıyor. Eh, sömürgeciye de sadece gitmek kalıyor.

Fadime ÖZKAN 3 Ağustos 2011 STAR

Araç çubuğuna atla