MENEMEN OLAYLARI VE TARİHİ GERÇEKLER…

2294
Ana Sayfa ·Tarih Üzerine Çeşitlemeler ·MENEMEN OLAYLARI VE TARİHİ GERÇEKLER…

MENEMEN’İN YALAN TARİHİ!…DERLEME : HALUK CANGÖKÇE

Aralık ayındayız ya, bol bol Menemen efsaneleri dinleyeceğiz..

Bazıları; Tarihi gerçekleri bilmeden, Menemen konusunda bir inceleme yapmadan, konu ile ilgili hiç bir kitap okumadan, her sene 23 Aralıkta aynı sakızı çiğnerler!…

***

“Laiklik şehidi aziz Kubilay” söylemi 82 yıldır askeri bürokrasi tarafından tedavülde tutulan klasik ve yıkıcı bir psikolojik savaş söylemidir.

‘Aziz Kurban Kubilay’ her yıl devlet törenleriyle anılıyor. Anma törenleri sahte gözyaşlarının, gerçek öfkelerin hâkim olduğu bir atmosferde icra ediliyor.

Daha doğrusu bizzat bu atmosferi temin etmek ve yaygınlaştırmak için bu törenler tesis ediliyor.

Azizleştirilmek ve ölümsüzleştirilmek istenen Kubilay’dan çok laiklik mücadelesidir.

***

Ergenekon ve Balyoz’la bağlantılı hemen hemen tüm unsurların yolu Menemen’den geçti, geçiyor.

Kubilay’ın aziz hatırasını yaşatmak için kanlı ve karanlık tezgahlar kuranların bir kısmı şimdi Silivri ve Hasdal’da mukimler.

Kubilay, laik ve Türkçü değerlerden örülü askeri bir toplum inşa etmek üzere kullanılan siyasal bir sembol ve metafordur.

Kubilay sembolü, Kemalist asker ve sivil çevreler tarafından halkın İslami kimliğine karşı kullanılan siyasal ve psikolojik bir silahtır.

***

“Menemen kalkışması ve laiklik şehidi Kubilay” söylemi 82 yıldır devlet tarafından gündemde tutulan bir andıçtır. Psikolojik harekatın en önemli argümanlarından, siyaseti ve toplumu ipotek altında tutmanın en işlevsel araçlarından biridir.

Atatürk ve İnönü’den devralınan bu psikolojik harekât geleneği Kemalist-ulusalcı bütün kurum ve aktörler tarafından halen sürdürülmektedir.

Menemen’de ne oldu ve Asteğmen Kubilay meselesi nedir ki 81 yıldır yatışmak bir tarafa giderek artan bir kinin, öfkenin ve saldırganlığın vesilesi sayılmaktadır?

İktidar sınıfları tarafından Kemalist ideolojinin tahakkümünü ve askeri vesayetin devamını daim kılmak üzere Menemen ve Kubilay nasıl araçsallaştırılmıştır?

Önce hadisenin tarihi boyutuna bir göz atalım.

 —————————————————————-

İYİCE BAKARSAK GÖRECEĞİZ Kİ İNFAZLARIYLA, TECHİRLERİYLE MENEMEN KÜÇÜK ÇAPLI BİR DERSİM’DİR…

 —————————————————————-

 SENELERCE BU YALANLARI DİNLEDİK…

“Mürtecilerin cumhuriyeti yıkma girişimi”

“Gericiler Menemen’de ayaklanıp, Kubilay’ı şehit ettiler.

“Menemen’de ayaklanan dinciler, üzerlerine gönderilen yedek subay Kubilay’ı kesti!”

***

Amaçları, 82 yıl önceki Menemen olayı üzerinden, dindarlara yönelik baskı ortamı sürsün..

Menemen olayı, farklı anlatılamasın. Olayın gerçek yönleri, tarihçiler tarafından ifade edilemesin.

Hatta bu yönde öyle bir korku estirmişler ki.. Devletin en tepesindeki resmi görevliler bile, Menemen’i farklı bir bakış açısı ile anlatmaya, teşebbüs bile edemiyorlar..

Eski yıllarda, dindar insanları bir kaşık suda boğmaya kalkışan devlet bürokrasisinin sunumunu, birazcık değiştirerek tekrarlamakla yetiniyorlar.

Bakın yayınlanan mesajlara..

Hiçbirisi, “Menemen’de, bir provokasyon yaşanmıştır. Provokasyon, esrarkeş Vahdeti ve avanesi ile gerçekleştirilmiştir.

Bu olay sonrası, ne yazık ki, onlarca vatan evladımız, hatta kanaat önderlerimiz, İstiklal Mahkemeleri tarafından haksız yere mahkum edilmişlerdir” diyemiyor..

Menemen konusundaki bizdeki “tek sesli” baskı ortamı, Fransa’nın Ermeni konusunda yapmak istediği “farklı sesi cezalandırma” girişiminden farklı mı, sizce?

Bence arada hiçbir fark yok.. Aynısının tıpkısı..

Bir tarihi olaya, tarihi belgelerle tartışılması yerine, illa “Bizim söylediğimiz şekilde anlatacaksınız. Öyle kabul edeceksiniz. Farklı bir iddia yok. Farklı bir anlatım yok” diyerek yaklaşılmasının, Fransa’nın yapmak istediğinden ne farkı var ki?

Bırakın, tarihi olaylar, herkes tarafından istenildiği gibi anlatılsın.. Belgeleri olanlara inanılır. Palavra atanların yüzüne tükürülür..

Niye “tek sesli” dayatmada bulunuyorsunuz ki?

Niye, tek taraflı bir anlatıma, ülkeyi mecbur bırakıyorsunuz ki?

Devlet yetkililerini sindirerek, “Menemen’le ilgili, bizim istediğimiz yönde bir mesaj yayınlamaya mecbursunuz” havası estirmek, Fransa’nın yaptığı gibi, “1915’te olanlara, bizim baktığımız gibi bakmaya mecbursunuz” demek değilse, nedir?

***

MENEMEN’LE YÜZLEŞME!…

Olayın detaylarına girmeden önce, dönemin siyasi şartlarını hatırlamakta fayda var.

Atatürk’ün ikinci demokrasi denemesi olarak sayabileceğimiz Serbest Cumhuriyet Fırkası, Menemen’de karşılık buluyordu.

İsmet Paşa’nın CHF’si için endişeleniyordu. Dolayısıyla SCF kurulabilirdi ama desteklenmemesi gerekiyordu..

En son söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Argümanlarımı onun altında izah ederim.

Otoriter sistem, statükonun devamı için mesaj vermek üzere, SCF’nin desteklendiği küçük bir bölgeyi pilot yer olarak seçmiş ve bir yedek subayını bu uğurda feda etmiştir.. İşte size Menemen Hadisesi..

***

6 adamdan söz ediyoruz Menemen Hadisesi’nde temel olarak. Genel Kurmay arşivlerine göre esrarkeş hatta yarı meczup belki de, 6 kişi var ortada.

Tarih onları “Manisa’dan çıkıp Menemen’e doğru ilerleyen irtica çetesi” olarak yazmış..

Çıkmışlar, ilerlemişler, 6 kişi.. Süper…

Hiç hazırlanışları evresine, başka yerlerdeki bağ ve bağlantılarına, şunun dedesi, bunun babası gibi zorlama ithamlara girmeden steril biçimde anlatacağım o gün yaşananları.. Bakalım hepimiz aynı şeyi mi anlayacağız?..

***

Bu 6 kişi, Menemen hükümet binasının hemen yanı başındaki bir camiye sabah namazı vaktinde girer..

Maarif Camii.. İmam Hatibi, Saffet Hoca.. Ne Saffet Hoca ilgilenir bu ekiple ne de cemaat..

Fakat oradan bir yerden bir sancak bulurlar. Sancağı da alıp meydana çıkar ve naralar atmaya başlarlar..

Derken İlçe Jandarma Komutanı görülür..

Komutan (yüzbaşı) Derviş Mehmed’le bir süre konuşur. Bu konuşma kayıtlara; “ikna edemedi” şeklinde geçer..

Sonra yüzbaşı, müdahale etmeksizin 4 askeriyle birlikte hükümet konağına geçer..

Öyle bir dönemdir ki, mermiler namluda, eller tetiktedir.

Ama yüzbaşı o gerici (!) ayaklanmaya müdahale etme ihtiyacı hissetmez..

Sonra Kubilay girer sahneye..

Asteğmen Kubilay ve 8 askeri müdahale için görevlendirilmiştir.

Kubilay’da silah yoktur, askerlerin tüfeklerindeki mermiler ise sadece ses çıkaran (kuru-sıkı) mermilerdir. Kubilay “ateş” emri verir fakat Derviş Mehmed ve arkadaşlarına mermi işlemez..

Bana ateş etseler de mermi işlemese, ben de sıyırırdım herhalde kafayı…

Kubilay, Mehmed’in yakasına yapışıp tokadı basınca, Mehmed silahını ateşler ve Asteğmen’i yaralar.

Sonra ise yaralı halde kaçmaya çalışan Kubilay’ı yakalayıp başını gövdesinden ayırır..

Sonra müdahale başlar, çatışma yaşanır ve bildiğimiz malum son..

Ne ilginç değil mi?

Silahsız Asteğmen’i meydanda tek başına bırakan yüzbaşı, hükümet konağında, sobanın başında demleniyordu..

Size de ilginç gelmedi mi?

***

Bakın Genelkurmay raporlarına, ilçe jandarma komutanı yüzbaşının hükümet konağında saklanması nasıl geçmiş? “…

Menemen kaymakamı beyin, hükümet konağı cihet-i askeriye tarafından işgal edildikten sonra ancak hükümete gelmesi ve bu zamana kadar adeta seyirci vaziyetinde kalması ve bir silah arkadaşı koyun gibi karşısında boğazlanırken Menemen jandarma kumandanının dört neferi ile hükümet konağı içerisine girerek kadın gibi saklanması…”

***

Bugüne kadar ‘irticai kalkışma’ olarak sunulan Menemen Olayı ile ilgili, her türlü yorum yapılır da, o dönem SCF’nin Menemen’deki ağırlığı, yüzbaşının olaydaki tavrı, Kubilay ve askerlerinin silahsız oluşu, yerel yetkililerin, hükümet konağı önünde cereyan eden bir hadiseyi kenardan sessizce izlemeleri hiç kimsenin aklına gelmez mi?

***                      

Gelelim işin yargılama kısmına..

Genelkurmay tarafından Menemen’e gönderilen 1. Kolordu Komutanı Vekili kimdi biliyor musunuz? Mustafa Muğlalı Paşa..

Evet, Özalp’te 33 kişiyi kurşuna dizdiren komutan..

Muğlalı, Derviş Mehmed ve arkadaşlarının durumunun günler öncesinden rapor edilmesine rağmen, gerekenin yapılmadığını söylüyor..

Manisa’dan kaybolduktan sonra, Menemen’e gelene kadar geçtikleri köyler bilinmesine rağmen, durdurulmadıkları, bilakis hadisenin gerçekleşmesinin beklendiği rapor edilmiş..

Neyse aynı Muğlalı, olayla ilgili olarak kurulan Harp Divanı Mahkemesi’nin de başkanıdır..

Bu 6 kişinin yaşattığı trajedinin faturasını Menemen Halkı’na kesmekle görevlendirilmiştir..

Zira Atatürk, olayı duyar duymaz Dolmabahçe’de kesin bir dille; “Menemen’i haritadan silin” talimatı vermiştir..

Sonra bu emri geri aldığı söylense de, Muğlalı üzerine düşeni yapmış, ilgili ilgisiz herkesi yargılamıştır.

6’sı yaşı küçük olduğu için sonradan infazı durdurulacak olan 36 kişi hakkında kalem kırmıştır..

41 kişiyi ise çeşitli hapis cezalarına çarptırmıştır.. “Menemen’le yüzleşin” diyenler..

Biz yüzleşeceğiz inşallah..

Peki ya siz?

Kalın sağlıcakla.

 

ALINTI: Ersoy Dede

***

(Menemen olayına bir de tarihçi yazar Cezmi Yurtsever’in gözünden bakalım)…

ERGENEKON’UN KÖKLERİ VE MENEMEN!…

Menemen de 31 Mart gibi bir komplo idi..

Derin devletin karanlıklarda kalmış faili meçhullerle dolu karanlık ve kanlı bir operasyonu..

Her ikisi de “irtica” senaryoları ile süslendi..

Neydi bu olay: Menemen olayı ya da Kubilay olayı, 23 Aralık 1930 günü Menemen’de gerçekleşti.

Askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın ve yardımına koşan bekçiler Hasan ve Şevki’nin bir grup meczup tarafından

öldürülmesiyle başlayan ve daha sonra Menemen halkına ve dindar çevrelere karşı başlatılan bir operasyonun bahanesi olarak kullanıldı..

Olayların ardından bölgede sıkıyönetim ilan edildi.

Olay bahanesi ile, çok uzaklardaki şehirlerden toplanan birçok dindar kişi Divanı Harp’te idam cezası ile yargılandı ve infazlar gerçekleşti.

Tarihçi Cezmi Yurtsever’e göre: “Kubilay’ı şeriatçılar değil, o günün Ergenekoncuları öldürdü”.

“Tarihe Menemen ya da Kubilay olayı olarak geçen olaylar, “derin devletin din adamlarını tasfiye projesi” idi.

Yurtsever, Genelkurmay Başkanlığı kozmik tarih arşiv belgelerinde araştırma yaptığını vurgulayarak, 23 Aralık 1930 tarihinde İzmir’in Menemen ilçesinde

yaşanan olaylardan sonra bütün din adamlarının tek tek fişlendiğine dikkat çekti.

Karanlık ve kanlı bir senaryodan söz ediyoruz ve 80 yıldır bu ülkede Menemen ve Kubilay isimlerinin arkasına saklanılarak, bir cinayet bahane edilerek başka

bir cinayet meşrulaştırılmaya, İslâm’a ve Müslümanlara hakaretler edilmeye devam ediliyor.

Kubilay’ın vahşice öldürülmesi olayı hiç kimsenin savunamayacağı bir vahşet elbette.

Menemen olayı ile ilgili olarak, bu olayı derin devletin tertiplediğini öne süren Yurtsever şunları söyledi:

“Genelkurmay’ın, Menemen olaylarının içinde yer alan telgraf memuru Nail Bey’in olay gözlem tanık raporu, şaşırtan bilgilerle dolu.

23 Aralık 1930 tarihinde sabah 8 civarında yaşanan Menemen olayları ile ilgili açıklamalar yapan Nail Bey’in ‘Menemen olaylarını yaratanlar telleri kestik diye

bağırmaktalar. Bendeniz derhal telleri muayene ettim. Teller iyi ve İzmir’e malumat verdim.

Bu sırada Jandarma Kumandanı Yüzbaşı Fahri Bey gelip şakilerle görüştü. Artık ne görüştüğünü ben anlayamadım.

Yalnız kasaplar arasındaki mevkide bulunan halk tarafından alkışlandı. Yüzbaşı Fahri Bey çekilip gitti. Ne tarafa gittiğini şüphesiz bilemiyorum.

Kubilay beyin kumandasında bir müfreze geldi. Müfreze kumandanı evkafın kahvesi önünde askeri durdurtup süngü tak emrini verdi.

Kendisi şakilerin yakasını tuttu. Asker süngü taktı. Onlar dönmelerine devam ediyor.

Beraberlerce Maarif kahvesinin önündeki büyük ağacın hizasına geldiler.

Öbür taraftan dönüp gelen diğer arkadaşı bunların o vaziyetini görünce Kubilay Bey’in arkasından bir silahla vurdu’ diye tanık ifadesi yayınlanıyor.

Nail Bey, açıklamalarına Kubilay Bey’i korumakla görevli askerlerin birdenbire kaçarak yok olduklarını da açıklıyor.

Bundan sonra Kubilay arkadan aldığı kurşun yarası ile hükümet binası ve yanındaki Gazaz Camii bahçesine sığınıyor. Orada yere düşüyor.

Mehdi Mehmet ve yanında bulunan şahsın yardımıyla Kubilay’ın kafası kesiliyor.”

Ancak birileri bu vahşetten yola çıkarak astığı astık, kestiği kestik daha vahşi şeyler yapıyorlar.

Bu karanlık planın başında General Muğlalı var. Hani şu 33 askeri kurşuna dizdiren paşa.. Adı kışlalara verilen komutan!

Buraya kadar telgraf memuru Nail Bey’in açıklamalarından resmi tarihin 80 yıldan beri topluma sunduğu ‘Kubilay, Mehdi Mehmet ve adamlarının önüne çıkarak eyleme son vermelerini istediği ve askerlerin manevra fişekleri ile ateş açtıkları ve Mehdi Mehmet’e isabet ettiği halde öldürmediği bunun üzerine Mehdi’nin “Bana kurşun işlemiyor, ben Mehdiyim” konuşması yaptığı yönündeki bilgilerin Genelkurmay belgelerinde yer almadığını aktaran Yurtsever, “Menemen olayı başından sonuna kadar Menemen’deki olayları yakından izleyen Alay Kumandanlığı ve dönemin İçişleri Bakanlığı’nın bilgisi dahilinde hazırlanan bir tertip olayıdır.

Mehdi Mehmet, olay esnasında içki içen serkeş ayyaşın birisidir. Kullanılan, yönlendirilen ve kanlı eylem yaptırılan bir kişidir.

Mehdi Mehmet şeriatçı değil ajan da olamaz; yönlendirilen, kullanılan, aklı yerinde olmayan hasta ruhlu bir insandır” ifadesini kullandı.

Genelkurmay sitesinde yer alan tarihi belgeler arasında Türkiye genelinde çok sayıda din adamının rejim için tehlikeli görülerek izlendiği isim listesinin yer aldığını vurgulayan Yurtsever, “Olayların asıl sorumlusu görülen İstanbul’daki Erbilli Şeyh Esat Efendi, aslen Türkmendir.

Mehmet Akif Ersoy’a hocalık yapmış, Kurtuluş Savaşı esnasında da General Fevzi Çakmak ile yakın işbirliği içinde olmuştur.

Ahmet Yesevi’den Nakşibendi’ye kadar uzanan yüzyıllar içinde devletin destekçisi olan dini bir harekettir.

Esat Efendi, Menemen olayından sonra sorgulaması, yapılmaksızın hakkında idam cezası verilmiş, 87 yaşının içinde bulunduğu için yasalara göre 65 yaşından büyük olduğu dikkate alınarak idam infazı yerine getirilmemiş, ancak oğlu ile birlikte 28 kişi asılmıştır.

İlginçtir ki Menemen olayı esnasında Kubilay’ı yalnız bırakan askerlerin ve de olay öncesi Mehdi Mehmet ile görüşerek bilgi aktaran Yüzbaşı Fahri Bey ile Mehmet Ali Bey’in ifadeleri yoktur. Bu askerlerin neden ifadesi yoktur?” şeklinde konuştu.

Menemen olayıyla ilişkilendirilen din adamları listesinde Ramazanoğlu Mahmut Sami Bey’in adının geçtiğini vurgulayan Yurtsever, şunları söyledi:

“Sami Bey, önce göz hapsine alındı. Sonra susturuldu. Ramazanoğulları ailesinin kuruculuğunu yaptığı Adana şehir merkezindeki vakfa ait yüzlerce dükkan,

ırmak hamamı ve mescitler, camiler yıkılmış veya satılarak elden çıkarılmıştır.

Hatta, Ramazanoğulları vakıf arazisi içinde yer alan İncirlik arazisi de 1950’li yıllarda Amerikalılara üs olarak verilmiştir.

Bir Adanalı tarihçi olarak soruyorum: Ramazanoğlu Mahmut Sami Bey’in suçu neydi?

Menemen olayının perde arasında derin devletin din adamlarını tasfiye planı vardır.

Konuyla ilgili bütün bilgi ve belgeleri www.cezmiyurtsever.com sitesinde de yayınlayarak Kubilay ve Menemen olayını özgür tarihçilerin

tartışmasına açıyorum.”

Menemen’de yargılama sonunda “irticai ayaklanma” gerekçesi ile 37 idam ve 41 kişiye değişik cezalar verildi..

Sanıkların çoğunun Menemen’le hiçbir alakası bile yoktu..

Menemen’de, olayda kullanılan meczuba “ip sattı” diye bir de Yahudi’yi idam ettiler.

Öte yandan, siyasi açıdan 1930’da Mustafa Kemal’in emri ile Ali Fethi Okyar tarafından kurulan parti, Menemen Olayı’ndan hemen önce 17 Kasım 1930’da

kendi kendini feshetti. CHF’den kaçan halk SCF’ye sığınıyordu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci ana muhalefet partisi Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın 99 günlük varlığı Menemen olayının gölgesinde son buldu..

Hadi madem şu 33 kurşun hikayesi ile de kısa bir bilgi verelim.

30 Temmuz 1943 günü akşamüstü, Van’ın Özalp ilçesinde 33 Kürt köylüsü, gözaltında tutuldukları sınır karakolundan alındılar ve içlerinden 32’si, yargısız infaza tabi tutularak kırsal bölgede kurşuna dizilerek öldürüldü.

Katliamdan kurtulan tek kişi, bir taşın arkasına gizlenmiş ve cinayetleri başından sonuna kadar izlemişti.

1950’lerin başında Muğlalı idam cezasına çarptırıldı ve bu ceza 20 yıl hapse çevrildi. 1951 yılında kalp krizi geçiren general Muğlalı cezaevinde öldü.

Bu general Menemen olayının arkasındaki isimdir aynı zamanda!

Sahi dünden bugüne ne değişti?

Türkiye nereye gidiyor?

81 yıl yol aldıktan sonra hâlâ buralarda mı olmamız gerekiyordu?

 

Alıntı: Yavuz Bahadıroğlu

 ***

MECLİS ZABITLARINDAN BİR ALINTI…

İsmet Paşa diyor ki: “…Kubilay olayı yüzlerce seneden beri dini siyasete alet eden bütün hareketlerin yeniden ortaya çıkmasıdır.

Bu zavallılar lâikliğe karşı gelerek şeriat istemektedirler.”

Yalnız bu cümle bile, dürüst tarihçinin kafasında bazı istifhamlar uyandırmaya yeter.

Düşünün bakalım: “Laiklik”, “şeriat”, dini siyasete alet” ve “cumhuriyet düşmanları” gibi kelimeleri bir yerlerden hatırlıyor musunuz?

NOT: Bu konuda Vedat Sağlam’ın Nesil Yayınları’ndan çıkan, “Ne Menem Menemen” isimli kitabı okunmaya değer.

***

KUBİLAY’I ERGENEKONCULAR ÖLDÜRDÜ…

 Tarihçi Cezmi Yurtsever, tarihe Menemen ya da Kubilay olayı olarak geçen olayların ‘derin devletin din adamlarını tasfiye projesi’ olduğunu ileri sürdü. 

Yurtsever, Kubilay’ı dindar insanların değil o günün Ergenekoncular’ının öldürdüğünü iddia etti.

Yurtsever, Genel Kurmay Başkanlığı kozmik tarih arşiv belgelerinde araştırma yaptığını vurgulayarak, 23 Aralık 1930 tarihinde İzmir’in Menemen ilçesinde yaşanan olaylardan sonra bütün din adamlarının tek tek fişlendiğine dikkat çekti.

Askerliğini yedek subay olarak yapmakta olan öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay’ı şeriat yanlıları diye ifade edilen kişilerin öldürmediğini anlatan Yurtsever,

“O dönemden beri Kubilay, şeriat isteyen bir grup tarafından öldürüldüğü hep anlatıldı.

Cumhuriyet tarihine ise irtica hadisesi olarak yansıtıldı. Sonrasında başlayan olayların ardından bölgede sıkıyönetim ilan edildi.

Kurulan Divanı Harp’te failler idam edildi. Çeşitli cezalar verildi. Ancak asıl bu olaydan sonra yaşananlar dindarlara yönelik baskı ve fişleme faaliyetleridir.” dedi.

Menemen olayını, derin devletin tertiplediğini öne süren Yurtsever, şunları söyledi:

“Genelkurmay’ın Menemen olaylarının içinde yer alan Telgraf Memuru Nail Bey’in olay gözlem tanık raporu şaşırtan ilgilerle dolu. 23 Aralık 1930 tarihinde

sabah 8 civarında yaşanan Menemen olayları ile ilgili açıklamalar yapan Nail Bey’in ‘Menemen olaylarını yaratanlar telleri kestik diye bağırmaktalar.

Bendeniz derhal telleri muayene ettim. Teller iyi ve İzmir’e malumat verdim.

Bu sırada Jandarma Kumandanı Yüzbaşı Fahri Bey gelip şakilerle görüştü. Artık ne görüştüğünü ben anlayamadım.

Yalnız kasaplar arasındaki mevkide bulunan halk tarafından alkışlandı. Yüzbaşı Fahri Bey çekilip gitti. Ne tarafa gittiğini şüphesiz bilemiyorum.

Kubilay beyin kumandasında bir müfreze geldi. Müfreze kumandanı evkafın kahvesi önünde askeri durdurtup süngü tak emrini verdi.

Kendisi şakilerin yakasını tuttu. Asker süngü taktı. Onlar dönmelerine devam ediyor.

Beraberlerce Maarif kahvesinin önündeki büyük ağacın hizasına geldiler.

Öbür taraftan dönüp gelen diğer arkadaşı bunların o vaziyetini görünce Kubilay Bey’in arkasından bir silahla vurdu’ diye tanık ifadesi yayınlanıyor.

Nail Bey, açıklamalarına Kublay Bey’i korumakla görevli askerlerin birdenbire kaçarak yok olduklarını da açıklıyor.

Bundan sonra Kubilay arkadan aldığı kurşun yarası ile hükümet binası ve yanındaki Gazaz Camii bahçesine sığınıyor.

Orada yere düşüyor. Mehdi Mehmet ve yanında bulunan şahsın yardımıyla Kubilay’ın kafası kesiliyor.”

Buraya kadar telgraf memuru Nail Bey’in açıklamalarından resmi tarihin 80 yıldan beri topluma sunduğu ‘Kubilay Mehdi Mehmet ve adamlarının önüne çıkarak

eyleme son vermelerini istediği ve askerlerin manevra fişekleri ile ateş açtıkları ve Mehdi Mehmet’e isabet ettiği halde öldürmediği bunun üzerine Mehdi’nin

‘Bana kurşun işlemiyor, ben Mehdiyim’ konuşması yaptığı yönündeki bilgilerin Genelkurmay belgelerinde yer almadığını aktaran Yurtsever,

“Menemen olayı başından sonuna kadar Menemen’deki olayları yakından izleyen Alay Kumandanlığı ve dönemin İçişleri Bakanlığı’nın bilgisi dahilinde hazırlanan

bir tertip olayıdır. Mehdi Mehmet, olay esnasında içki içen serkeş ayyaşın birisidir. Kullanılan yönlendirilen ve kanlı eylem yaptırılan bir kişidir.

Mehdi Mehmet şeriatçı değil ajan da olamaz; yönlendirilen, kullanılan, aklı yerinde olmayan hasta ruhlu bir insandır.” ifadesini kullandı.

 

DİN ADAMLARINI TASFİYE SÜRECİ …

Genelkurmay sitesinde yer alan tarihi belgeler arasında Türkiye genelinde çok sayıda din adamının rejim için tehlikeli görülerek izlendiği isim listesinin yer aldığını vurgulayan Yurtsever,

“Olayların asıl sorumlusu görülen İstanbul’daki Erbilli Şeyh Esat Efendi, aslen Türkmendir.

Mehmet Akif Ersoy’a hocalık yapmış, kurtuluş savaşı esnasında da

General Fevzi Çakmak ile yakın işbirliği içinde olmuştur. Ahmet Yesevi’den Nakşibendi’ye kadar uzanan yüzyıllar içinde devletin destekçisi olan dini bir harekettir.

Esat Efendi, Menemen olayından sonra sorgulaması, yapılmaksızın hakkında idam cezası verilmiş, 87 yaşının içinde bulunduğu için yasalara göre

65 yaşından büyük olduğu dikkate alınarak idam infazı yerine getirilmemiş, ancak oğlu ile birlikte 28 kişi asılmıştır.

İlginçtir ki Menemen olayı esnasında Kubilay’ı yalnız bırakan askerlerin ve de olay öncesi Mehdi Mehmet ile görüşerek bilgi aktaran Yüzbaşı Fahri Bey ile

Mehmet Ali Bey’in ifadeleri yoktur. Bu askerlerin neden ifadesi yoktur? ” şeklinde konuştu.

Menemen olayıyla ilişkilendirilen din adamları listesinde Ramazanoğlu Mahmut Sami Bey’in adının geçtiğini vurgulayan Yurtsever, şunları söyledi:

“Sami Bey, önce göz hapsine alındı. Sonra susturuldu. Ramazanoğulları ailesinin kuruculuğunu yaptığı Adana şehir merkezindeki vakfa ait yüzlerce dükkan,

ırmak hamamı ve mescitler, camiler yıkılmış veya satılarak elden çıkarılmıştır.

Hatta, Ramazanoğuları vakıf arazisi içinde yer alan İncirlik arazisi de 1950’li yıllarda Amerikalılara üs olarak verilmiştir.

Bir Adanalı tarihçi olarak soruyorum: Ramazanoğlu Mahmut Sami Bey’in suçu neydi?

Menemen olayını perde arasında derin devletin din adamlarını tasfiye planı vardır.

Konuyla ilgili bütün bilgi ve belgeleri www.cezmiyurtsever.com sitesinde de yayınlayarak Kubilay ve Menemen olayını özgür tarihçilerin tartışmasına açıyorum.”

***

Cumhuriyet Gazetesi’nin manşetine göre, her şey apaçık ortada: “Menemen’de ayaklanan dinciler, üzerlerine gönderilen yedek subay Kubilay’ı kesti!”

“Resmi tarih” de zaten yıllardır aynı şeyi söylüyor: “Gericiler Menemen’de ayaklanıp, Kubilay’ı şehit ettiler.” Yani, “resmi tarih” cephesinde yeni bir şey yok!

“Resmi tarih”le ilk tanışmam ortaokul sıralarında oldu. Okul müdürümüzün isteği üzerine bir duvar gazetesi çıkarmış, ilk başmakalemi de özene-bezene yazmıştım. Ancak duvara astıktan yirmi dakika kadar sonra, bizzat Müdür Bey tarafından duvardan söküldü: Makalem “resmi tarih” tezine aykırı bulunmuştu. Halbuki görüş bile beyan etmemiş, yalnızca tarih kitabındaki bir çelişkiyi dikkate vermiştim. Müdür Beyin buna tepkisi çok sert oldu:

“Sana gazete çıkar dedikse, ortalığı karıştır demedik. Sana mı kaldı devletin ders kitabını tenkit etmek?..”

Sonra hafiften gülümsedi. Gözlerimin içine baktı ve iki satır öğüt verdi:

“Bak evlâdım, bu kafayla gidersen, hayatın boyunca başın beladan kurtulmaz. Hele okulunu bitir, büyü, bir yerlere gel, bir baltaya sap ol; bunları ondan sonra konuşur, yazarsın.”

Aradan yıllar geçti, ama Müdür Beyin “sonra”sı hiç gelmedi! Oysa okullarım bitmiş, gazeteci olmuş, üst üste konduğunda boyumu geçecek kadar kitap yazmıştım. Müdür Beyin deyişiyle, “bir baltaya sap” olmuştum çok şükür.

Fakat hâlâ inandığımı yaşayamıyor, düşündüğümü yazamıyorum. Hâlâ “sus, söyleme” diyorlar, “söylersen başın derde girer!” Hele konu yakın tarihe ilişkin ise, ya resmi tarih tezini savunacaksınız, yahut ebediyen susup oturacaksınız!

Lâtife Hanım’ı bile susturanlar, hiç bizi konuştururlar mı?

Bu girişten sonra, yakın tarihimizde, “resmi tarih tezi” ile alternatiflerinin kıran kırana çatıştığı meşhur Menemen Olayı’na gelebiliriz…

“Resmi hizmete mahsus” tarihçilere göre, olay, “mürtecilerin cumhuriyeti yıkma girişimi”dir. “ötekiler”e göre ise, kafaları esrarla dumanlanmış birkaç “meczup”un densizliğinden ibaret bir “zabıta vakası”dır.

Taraflar, tarihi bir olayın üstünden bir birleriyle kavga ederken, tarihin kendi gerçeği yine güme gider: Doğrular ya toz-duman arasında kalır, ya da bir kavram kargaşasına kurban edilir.

Dürüst tarihçi bilir ki, ne “resmî” söylemin tümü yalan, ne alternatiflerinin tamamı doğrudur. Soğukkanlı ve anlamak amacıyla tarihe gidilirse, zaten kendini açacak ve doğruyu sunacaktır.

Ne var ki, taraflar “doğru”yu değil, kendi tezlerinin delillerini aramaktadırlar. Bulduklarıyla tarihin sırlarını çözmeyecek, sadece bir birlerini vurmakta silah olarak kullanacaklardır!

Bir grubun “ak” dediğine, öteki grup “kara” diyecek, her biri kendi taraftarları nezdinde büyüyecek, “Resmî tarihçileri pes perişan ettin abi”, ya da, “Dincileri kasıp kavurdunuz üstat” övgüsü eşliğinde, bir “sözde görev”i daha tamamlamış olacaklar!

Gerçek şu ki, tarihi siyasallaştırmak ne kadar yanlışsa, peşin hükümlere kanıt bulmak için tarihe gitmek de o kadar yanlıştır.

çünkü tarih ne bir savaş alanıdır, ne de bir savunma refleksi: Tarih bir “ilim”dir ve ancak doğru algılanıp dosdoğru yansıtıldığında milletlerin önünü aydınlatır.

Gelin bu perspektiften Menemen Olayı’nın özüne bir daha bakalım…

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ndan (Mustafa Kemal Paşa’nın eski silah ve dava arkadaşları olan Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Dr. Adnan Adıvar’ın öncülüğünde 17 Kasım 1924’te kurulmuştur. Amasya Tamimi ile Kurtuluş Savaşı’nı başlatan beş veya yedi kişilik kadronun Mustafa Kemal hariç, tüm üyeleri Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucu ve liderleri arasında yer almıştır.

Kurulduğu günden itibaren milletin büyük ilgisiyle karşılaşan yeni parti, 2 Mart 1925’ten itibaren hükümet kaynaklı şiddetli baskılara maruz kalmış, nihayet 5 Haziran 1925’te kapatılmıştır. “Cumhuriyet düşmanlığı, saltanatçılık, halifecilik, İngiliz yandaşlığı, isyan kışkırtıcılığı ve vatan hainliği” ile suçlanan kuruculardan bazıları 1926’da idam edilmiş, bazıları ise yurtdışına sürgüne gönderilmiştir) beş yıl sonra (12.07.1930), Atatürk’ün teşviki, hattâ ısrarıyla (Atatürk yeni partiyi yakın arkadaşı Fethi Okyar’a kurdurmuş, CHP’den yetmiş kadar milletvekilinin bu partiye geçişini İsmet İnönü’nün tepkisine ve itirazına rağmen sağlamış, ayrıca kız kardeşi Makbule Hanım’la Genel Sekreteri Nuri Conker, yakın dostu şair Mehmet Emin Yurdakul, Türkçülük akımının önde gelen isimlerinden Ahmet Ağaoğlu ve İbrahim Süreyya Paşa gibi dava arkadaşlarını üye yapmıştır) kurulan Serbest Cumhuriyet Fırka’sının akıbeti de aynı olmuştur. Kuruluşundan sadece beş ay kadar sonra (18 Aralık 1930), yine “irtica” suçlamasıyla kapatılmıştır. “İrtica” suçlamasıyla üst üste iki parti kapatılmıştır, ama ortada “irtica” ithamını haklı gösterecek hiçbir olay mevcut değildir. Yani İsmet Paşa’nın başında bulunduğu Halk Partisi hükümetinin “irtica” ithamının havada kalmaması için “irticai bir hareket”e ihtiyacı vardır.

Ne tesadüftür ki, Menemen Olayı, İnönü iktidarının böyle bir ihtiyaç içinde kıvrandığı günlerde patlak verir. (23 Aralık 1930=Yani Serbest Cumhuriyet Fırkası kapatıldıktan tam beş gün sonra)

Dolayısıyla, dürüst tarihçinin kafasını kurcalayan pek çok sual havada kalır.

Sorulara inşallah devamında bakalım.

***

MENEMEN OLAYLARI İLE İLGİLİ SORULAR…Yavuz Bahadıroğlu

 

Bu yıl Menemen Olayı’nın herhangi bir ansiklopedide yıldönümü tatile rastladığından (bayramın dördüncü gününe) uzun uzun düşünecek zamanım oldu…

Düşünürken, kafama onlarca soru üşüştü. Hepsini yazmam mümkün değil, ama bazılarını sizinle paylaşabilirim…

1. Resmi söylemin, “84 yaşındaki Nakşibendî şeyhi Erbilli Şeyh Esat Efendi ile oğlu Mehmet Ali Efendi tarafından planlanıp, Manisa Askerî Hastanesi imamlığından emekli Laz İbrahim Hoca tarafından teşvik ve tahrik ve Derviş Mehmet’le adamları tarafından icra edilen menfur bir ‘irtica hareketi’ ”(Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı; Büyük Osm. Tarihi, 5. cilt) saydığı olaydan beklenen sonucu almak için birkaç eğitimsiz cahil nasıl yetecek, koskoca cumhuriyet nasıl yıkılacaktı?

2. “Cumhuriyet Hükûmeti’ni yıkmak, saltanat ve hilâfeti geri getirmek, tekke ve zaviyeleri açmak, şapkayı yasaklayıp yeniden fesin kullanılmasını sağlamak” amacıyla ayaklandıkları iddia edilen şahısların orduları, silahları ve külliyetli miktar paraları olması gerekmez miydi?

Elbette gerekirdi. Peki bunlar neredeydi?..

3. İddiaya göre, Menemen Olayı’nda önemli etkinliği bulunan Laz İbrahim Hoca, olaydan önce Şeyh Esat Efendi tarafından Manisa’ya sözde “Baş Halife” olarak atanmış, Manisa ve çevresinde günlerce çalışmış, Atatürk ilke ve inkılâpları aleyhine konuşmalar yapmış…

Peki ama ajan kaynayan bir dönemde neden defteri dürülmemiş de abuk-sabukluklarına izin verilmiş?

4. “İsyancı başı Mehmed”in (iddianamede böyle tanımlanıyor) esrar içtiği onu yakından tanıyan şahitlerin ifadesiyle sabitken, neden resmi söylem “derviş” olduğunda ısrar edip duruyor?..

Kâh “mehdi”, kâh “Peygamber” olduğunu söyleyen bu adam belli ki sadece esrarkeş değil, aynı zamanda da ruh hastası…

Esrarkeş bir ruh hastasının üzerine “hilafeti ve şeriatı getirmek” gibi ağır bir misyon yüklemek inandırıcı olabilir mi? (“Derviş Mehmed” denilen adamın dengesiz olduğu o kadar açık ki, Menemen’in 70.000 Müslüman tarafından kuşatıldığını, askerin kendisine silâh atamayacağını, çünkü efsunlu olduğunu, vücuduna top ve tüfek mermisi işlemediğini söylüyor.) (Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osm. Tarihi, 5. cilt muhtelif sayfalar)

5. Menemen Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı Fahri Bey, bir müfreze ile “Mehmet ve yardakçıları”nı kuşatıyor, ancak Mehmed’in, “Ben Mehdiyim. Şeriatı ilân ediyorum. Bana kimse mukavemet edemez. Karşımdan çekil!” demesi üzerine geri çekiliyor…

En küçük kıpırtının ateşle bastırıldığı bir dönemin yüzbaşısı acaba neden ateş açtırmıyor?

Ara soru: Bu konuda farklı bir emir almış olabilir mi acaba?

6. Daha sonra kargaşayı bastırmakla görevlendirilen 43’üncü Piyade Alayından Piyade Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay ile emrindeki 26 asker, neden asilerin üzerine öldürücü olmayan manevra mermisi doldurulmuş tüfeklerle gidiyorlar?

Bu kadar ciddiye alınmış bir “isyan”ı bastırmakla görevli olarak gönderilen askeri birliğin tüfeğinde manevra mermisi mi olmalıdır?

7. Resmi söylemin “Derviş” ilân ettiği “Deli Mehmed”, Şamdan Mehmed’le birlikte Kubilay’ı alçakça şehit ediyorlar…

Ancak bu alçakça cinayetten sonra Yüzbaşı Ragıp ile Yüzbaşı Abdülbahri Bey komutasında makineli tüfek takviyeli ve tam teçhizatlı bir birlik olay mahalline gönderiliyor ve her şey kısa süre içinde süt liman oluyor.

Demek ki, aynı birlik, kargaşa başlar başlamaz gönderilseydi kimse ölmeyecek, dolayısıyla “Menemen İrticai Olayı” da gerçekleşmeyecekti?

Yoksa ayak sürçmelerle, böyle bir olayın gerçekleşmesine mi çanak tutulmuştur?

8. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp yerine bir “şeriat devleti” kurmak için ayaklandıkları
iddia edilen bir avuç esrarkeşin eğitilmiş askerleri, subayları, silah depoları, topları, tüfekleri, eğitim alanları, komutanları, vesaireleri var mıydı?

9. Başkent dururken, kuş uçmaz kervan geçmez küçücük bir Anadolu kasabasında, iki tüfek birkaç bıçakla, parasız ve ordusuz isyan etmek akılkârı mıdır?

Olaylardan bir hafta sonra 01 OCAK 1931 tarihinde Başbakan İsmet Paşa’nın TBMM’de yaptığı konuşmadan bir paragraf aktarıp, konuyu noktalayalım:

İsmet Paşa diyor ki: “…Kubilay olayı yüzlerce seneden beri dini siyasete alet eden bütün hareketlerin yeniden ortaya çıkmasıdır. Bu zavallılar lâikliğe karşı gelerek şeriat istemektedirler.”

Yalnız bu cümle bile, dürüst tarihçinin kafasında bazı istifhamlar uyandırmaya yeter.

Düşünün bakalım: “Laiklik”, “şeriat”, dini siyasete alet” ve “cumhuriyet düşmanları” gibi kelimeleri bir yerlerden hatırlıyor musunuz?

NOT: Bu konuda Vedat Sağlam’ın Nesil Yayınları’ndan çıkan (0212 551 32 25) “Ne Menem Menemen” isimli kitabı okunmaya değer.

 ***

MENEMEN VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…

Kelimelerin anlamları onu kullanan kişinin mesleğini veya memleketine göre değişiklik gösterebiliyor.

Manda kelimesinin Tarım ile uğraşan kişiler için anlamı farklıdır, Tarih ile uğraşan kişiler için anlamı farklıdır.

Menemen dediğiniz zaman kimi domates ve yumurta ile yapılan yemeği, kimi İzmir’in bir ilçesini, kimi de 23 Aralık 1930 Tarihinde İzmir’in Menemen ilçesinde cereyan eden meşum olayı hatırlar.

Her sene Aralık ayının son haftasında hep aynı teraneler, hayali düşmanlara karşı dinmek bilmeyen bir öfke.

Sanki Don Kişot yel değirmenlerine saldırıyor.

Efendim Menemen olayı Serbest Cumhuriyet Partisinin kendini feshetmesinden 36 gün sonra Menemen’de Sabah Namazı çıkışı 3’ü silahlı 6 kişi

İnnafetahne yazılı bir bayrak ile Hükümeti Cumhuriyeti yıkmak için isyan etmişler.

Asteğmen Koplay’ı ve 2 Mahalle Bekçisini Şehit etmişler. (Genelkurmay Belgelerinde böyle yazıyor.)

 Bütün olay bundan ibaret iken ve olaya sadece 6 kişi katılmışken çıkarılan bu gürültüye bir anlam veremiyorum.

Sebebi de çok basit Ekim 1993’te Güneydoğuda Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar AYDIN şehit oldu.

Onun ölüm yıldönümlerinde niye benzer törenler düzenlenmiyor. 24 Mayıs 1993’te Elazığ Bingöl Karayolunda 33 er şehit edildi.

Niye onların ölüm yıldönümlerinde böyle törenler düzenlenmiyor. Şehit ise şehit. Rütbeli Asker ise Rütbeli Asker. Yani bunların farkı ne.

O zaman ben bunun arkasında ister istemez bir art niyet arıyorum.

Kaldı ki Kubilay bu kadar önemli idi de acaba onların aile fertlerine ne kadar sahip çıkıldı.

Oğlu Vedat Kubilay tahsilini maddi imkânsızlıktan dolayı tamamlayamamış ve Nazilli Belediyesine zabıta olarak girerek oradan emekli olmuştur.

“Gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkma gibi bir huyu vardır” diye bir söz var.

Kaldı ki buraya kadar olan bölümde bu olayı tertipleyenlerin elebaşı olan Derviş Mehmet (Zaten adettir.

Türk Romanında, sinemasında, tiyatrosunda kötü karakterlerin mutlaka dini bir simgesi veya mesleği vardır.

Hacı, Müezzin, Hafız, Derviş V.B.) hakkında esrarkeş olduklarını iddiasını yazmadım.

Veya Olay yerine gelen Jandarma Komutanı Yüzbaşı Fahri Beyin veya Yüzbaşı Mehmet Ali Beyin neden müdahale etmediğini sormadım.

Hiç mümkün müdür ki 3 tane silahlı insan ve arkasında Menemen’de yargılananlar böyle bir işi planlasınlar ve Menemen gibi Piyade Alayının olduğu bir yerde bunu icraya kalkışsınlar?

Bilemiyorum. Yorum Sizlerin.

***

MENEMEN OLAYINDAN GÜNÜMÜZ PROVAKASYON LARINA…Yavuz Bahadıroğlu

 43’üncü Piyade Alayından Piyade Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay Menemen’de ortaya çıkan kargaşayı bastırmakla görevlendirildi.

Kubilay eratın cephane almasını beklemeden 26 mevcutlu müfrezesi ile birlikte olayın cereyan ettiği Hükümet Konağı’na (Belediye Meydanında) doğru hareket etti.

Olay mahalline gelen Kubilay’ın müfrezesi, ikaz dinlemeyen gruba ateş açtı ancak silâhlarında manevra mermisi bulunduğundan dolayı etkili olamadılar.

Bunu fırsat bilen Derviş Mehmet ise, “Bakın bana kurşun işlemiyor” diyerek tüfeğini ateşledi…

Kubilay ağır şekilde yaralandı…

Derviş Mehmet, Şamdan Mehmet’le birlikte Kubilay’ın sığındığı Kazez Camii bahçesine girip bahçede bitkin bir vaziyette yatan Kubilay’ı şehit ettiler.

Olayı duyan 43’ncü Piyade Alay Komutanlığı Yüzbaşı Ragıp Çaldıran ile Yüzbaşı Abdülbahri Bey’in komutalarında makineli tüfekle takviyeli iki bölük görevlendirdi…

Açılan ateş sonucu Derviş Mehmet ile Sütçü Mehmet ve Şamdan Mehmet öldürüldüler.

Olay kısa süre içinde bastırıldı. Ancak Ankara’daki yankıları müthiş oldu.

01 Ocak 1931 tarihinde TBMM’nde konuşan Başbakan İsmet İnönü:

“…Kubilay olayı yüzlerce seneden beri dini siyasete alet eden bütün hareketlerin yeniden ortaya çıkmasıdır. Bu zavallılar lâikliğe karşı gelerek şeriat istemektedirler” dedi.

Orgeneral Mustafa Muğlalı başkanlığında kurulan Harp Divanı Mahkemesi Menemen’e gitti…

Kimisi olay çıkardığı, kimisi alkışladığı, kimisi seyrettiği, kimisi de berber dükkanını açmak üzere o an şehir meydanından geçtiği için yakalanıp mahkeme karşısına çıkarıldı. (Bu mahkemenin ne temyizi, ne de sanıkların avukat tutma hakları vardı. Çok hızlı karar veriyor, verilen karar anında infaz ediliyordu. Bu yüzden kuru ile yaş da yanıyor, kimi masumlar da asılabiliyordu).

Divan-ı Harp Başkanı General Mustafa Muğlalı, duruşmada bulunan sanıklara hitaben yaptığı konuşmada, “Tarikatın münevver tabakalarından bu millet çok zarar görmüştür; tarikatçılar, daima millet ve memlekete kötülük yapmışlardır; son 400 senelik Türk tarihi tetkik edilirse Nakşibendiler din ve tarikat perdesi arkasında zavallı saf Müslümanları kalpte saklı olan o ‘sırla’ zehirlemiş ve bu millet sizin aletiniz olmuştur” diyerek sanıklardan çok tarikatları suçladı. (Orgeneral Mustafa Muğlalı 1943 yılında Üçüncü Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı iken Van’ın Özalp İlçesi’nde 33 masum vatandaşı kurşuna dizdirmek suçundan 1946’da yargılanıp idama mahkûm edilmiş, daha sonra cezası, görev şartları dikkate alınarak 20 yıla çevrilmiştir).

Şimdi gelin mahkeme tutanaklarına kısaca göz gezdirelim…

Yaralı olarak ele geçirilip sonra idam edilen Emrullah oğlu Mehmet Emin, sorgusunda; Deli Mehmed’in bir toplantıda şöyle dediğini naklediyor: “Dünya Şeyh Esat Hoca’nın avucundadır, isterse tufanlar ve fırtınalar yaratıp dünyayı altüst edecek kudrettedir, ben de Arabistan’a hatta Çin’e kadar giderek Hz. İsa ile birleşeceğim ve oradan Avrupa’ya yönelerek Avrupa devletlerini dahi dine davet edeceğim.”

Bu saçmalıkları dillendirmek için diyelim ki “deli” olmak yeter; peki ya bunlara inanmak için ne olmak lâzım gelir dersiniz? Dinle, diyanetle zerre kadar alâkası olan insan bu safsataları yutmaz. Çin’e gidecekmiş de, Hz. İsa ile görüşecekmiş… Bunları “itiraf” diye zabta geçirtenlere şaşmalı.

Ama “itiraf”ın asıl ilginç bölümü arkasından geliyor. Mehmet Emin’in sorgusunun devamında söylediklerine bakın: “Mehdî Derviş Mehmet (Yedeksubay Mustafa Fehmi Kubilay’ı şehit eden deli) ‘Hz. Peygamber de bu esrardan içti ve öylece miraca çıkarak Allah ile görüştü’ diyerek (haşa) orada bulunanlara devamlı esrar içirdi.”

Adamın deliliğine sınır olmadığı, üstüne üstlük bir de esrarkeş olduğu ve yaptıklarını esrarın etkisiyle yaptığı o kadar belli ki, başka delil gerekmiyor.

Manisa’dan Giritli Küçük Hasan’ın (hakkında mahkemece idam kararı verilmiş, ancak, yaşı küçük olduğundan cezası 24 seneye indirilmiştir) yapılan sorgulamasında, “Bozalan Köyü’nde Mehdî Mehmet ve arkadaşlarına iki adet silâh verildiğini, bu köyde bir hafta kadar kaldıklarını, zikir ederek esrarlı sigara içtiklerini” söylüyor.

Eee… Kos koca Cumhuriyeti “iki adet silâh”la nasıl yıkacağını kim söyleyecek?

Mahkemece hakkında idam kararı verilip çok yaşlı olduğu için cezası 24 yıla çevrilen; ancak, tutuklu bulunduğu sırada ölen Erbilli Şeyh Esat Efendi’nin aleyhinde delil uydurulamamış olacak ki, ancak vefat ettikten sonra, bizzat Askerî Mahkeme Başkanı General Mustafa Muğlalı tarafından basına şu beyanat verilmiştir: “Şeyh Esat, hilâfet komitesiyle alâkasına dair bir itirafname hazırlıyordu. Bu münasebetle İngiliz casusu Lavrens (Lawrence) ile münasebette bulunduğunu da doğrulamaktaydı. Fakat, hastalığı bunu yazıp bitirmesine mani olmuştur.”

Bu iddiadan öyle bir anlam çıkıyor ki, sanki Şeyh Efendi, içinden geçenlere dayanılarak idama mahkûm edilmiş. Peki ama içinden öyle bir “itiraf” geçirse bile, Muğlalı Paşa içini nasıl okumuş?

Sonuç olarak: “Menemen Olayı”nı tertip ettikleri, olaya katıldıkları, alkışladıkları, ya da olay anında meydanda bulunup öylece baktıkları gerekçesiyle yargılanan yüz küsür insandan 28’i, Menemen’in muhtelif yerlerinde İdam edildiler. (03 Şubat 1931) 50 sanık muhtelif hapis ve ağır hapis cezalarına çarptırıldı. 27 sanık ise beraat etti.

İyi bir gözdağı daha verilmiş, bir süre için yine “sessizlik” sağlanmıştı..

***

MENEMEN OLAYI’NA İLİŞKİN SORULAR…

Bu yıl Menemen Olayı’nın herhangi bir ansiklopedide yıldönümü tatile rastladığından (bayramın dördüncü gününe) uzun uzun düşünecek zamanım oldu…

Düşünürken, kafama onlarca soru üşüştü. Hepsini yazmam mümkün değil, ama bazılarını sizinle paylaşabilirim…

1. Resmi söylemin, “84 yaşındaki Nakşibendî şeyhi Erbilli Şeyh Esat Efendi ile oğlu Mehmet Ali Efendi tarafından planlanıp, Manisa Askerî Hastanesi imamlığından emekli Laz İbrahim Hoca tarafından teşvik ve tahrik ve Derviş Mehmet’le adamları tarafından icra edilen menfur bir ‘irtica hareketi’ ”(Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı; Büyük Osm. Tarihi, 5. cilt) saydığı olaydan beklenen sonucu almak için birkaç eğitimsiz cahil nasıl yetecek, koskoca cumhuriyet nasıl yıkılacaktı?

2. “Cumhuriyet Hükûmeti’ni yıkmak, saltanat ve hilâfeti geri getirmek, tekke ve zaviyeleri açmak, şapkayı yasaklayıp yeniden fesin kullanılmasını sağlamak” amacıyla ayaklandıkları iddia edilen şahısların orduları, silahları ve külliyetli miktar paraları olması gerekmez miydi?

Elbette gerekirdi. Peki bunlar neredeydi?..

3. İddiaya göre, Menemen Olayı’nda önemli etkinliği bulunan Laz İbrahim Hoca, olaydan önce Şeyh Esat Efendi tarafından Manisa’ya sözde “Baş Halife” olarak atanmış, Manisa ve çevresinde günlerce çalışmış, Atatürk ilke ve inkılâpları aleyhine konuşmalar yapmış…

Peki ama ajan kaynayan bir dönemde neden defteri dürülmemiş de abuk-sabukluklarına izin verilmiş?

4. “İsyancı başı Mehmed”in (iddianamede böyle tanımlanıyor) esrar içtiği onu yakından tanıyan şahitlerin ifadesiyle sabitken, neden resmi söylem “derviş” olduğunda ısrar edip duruyor?..

Kâh “mehdi”, kâh “Peygamber” olduğunu söyleyen bu adam belli ki sadece esrarkeş değil, aynı zamanda da ruh hastası…

Esrarkeş bir ruh hastasının üzerine “hilafeti ve şeriatı getirmek” gibi ağır bir misyon yüklemek inandırıcı olabilir mi? (“Derviş Mehmed” denilen adamın dengesiz olduğu o kadar açık ki, Menemen’in 70.000 Müslüman tarafından kuşatıldığını, askerin kendisine silâh atamayacağını, çünkü efsunlu olduğunu, vücuduna top ve tüfek mermisi işlemediğini söylüyor.) (Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osm. Tarihi, 5. cilt muhtelif sayfalar)

5. Menemen Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı Fahri Bey, bir müfreze ile “Mehmet ve yardakçıları”nı kuşatıyor, ancak Mehmed’in, “Ben Mehdiyim. Şeriatı ilân ediyorum. Bana kimse mukavemet edemez. Karşımdan çekil!” demesi üzerine geri çekiliyor…

En küçük kıpırtının ateşle bastırıldığı bir dönemin yüzbaşısı acaba neden ateş açtırmıyor?

Ara soru: Bu konuda farklı bir emir almış olabilir mi acaba?

6. Daha sonra kargaşayı bastırmakla görevlendirilen 43’üncü Piyade Alayından Piyade Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay ile emrindeki 26 asker, neden asilerin üzerine öldürücü olmayan manevra mermisi doldurulmuş tüfeklerle gidiyorlar?

Bu kadar ciddiye alınmış bir “isyan”ı bastırmakla görevli olarak gönderilen askeri birliğin tüfeğinde manevra mermisi mi olmalıdır?

7. Resmi söylemin “Derviş” ilân ettiği “Deli Mehmed”, Şamdan Mehmed’le birlikte Kubilay’ı alçakça şehit ediyorlar…

Ancak bu alçakça cinayetten sonra Yüzbaşı Ragıp ile Yüzbaşı Abdülbahri Bey komutasında makineli tüfek takviyeli ve tam teçhizatlı bir birlik olay mahalline gönderiliyor ve her şey kısa süre içinde süt liman oluyor.

Demek ki, aynı birlik, kargaşa başlar başlamaz gönderilseydi kimse ölmeyecek, dolayısıyla “Menemen İrticai Olayı” da gerçekleşmeyecekti?

Yoksa ayak sürçmelerle, böyle bir olayın gerçekleşmesine mi çanak tutulmuştur?

8. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp yerine bir “şeriat devleti” kurmak için ayaklandıkları iddia edilen bir avuç esrarkeşin eğitilmiş askerleri, subayları, silah depoları, topları, tüfekleri, eğitim alanları, komutanları, vesaireleri var mıydı?

9. Başkent dururken, kuş uçmaz kervan geçmez küçücük bir Anadolu kasabasında, iki tüfek birkaç bıçakla, parasız ve ordusuz isyan etmek akılkârı mıdır?

Olaylardan bir hafta sonra 01 OCAK 1931 tarihinde Başbakan İsmet Paşa’nın TBMM’de yaptığı konuşmadan bir paragraf aktarıp, konuyu noktalayalım:

İsmet Paşa diyor ki: “…Kubilay olayı yüzlerce seneden beri dini siyasete alet eden bütün hareketlerin yeniden ortaya çıkmasıdır.

Bu zavallılar lâikliğe karşı gelerek şeriat istemektedirler.”

Yalnız bu cümle bile, dürüst tarihçinin kafasında bazı istifhamlar uyandırmaya yeter.

Düşünün bakalım: “Laiklik”, “şeriat”, dini siyasete alet” ve “cumhuriyet düşmanları” gibi kelimeleri bir yerlerden hatırlıyor musunuz?

NOT: Bu konuda Vedat Sağlam’ın Nesil Yayınları’ndan çıkan (0212 551 32 25) “Ne Menem Menemen” isimli kitabı okunmaya değer.

 ***

MENEMEN OLAYI MEĞER Kİ NEYMİŞ?

 Henüz tarih bile olmayan meşhur Menemen Olayı, (23 Aralık 1930) resmi söyleme göre, “İstanbul/ Erenköy’de Şevki Paşa Köşkü’nde oturan 84 yaşındaki Nakşibendî şeyhi Erbilli Şeyh Esat Efendi ile oğlu Mehmed Ali Efendi tarafından planlanıp, Manisa Askerî Hastanesi imamlığından emekli Laz İbrahim Hoca tarafından teşvik ve tahrik edilen ve Derviş Mehmed’le adamları tarafından icra edilen menfur bir irtica hareketidir.” (Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı; Büyük Osm. Tarihi, 5. cilt)

Şeyh Esat ve tarikatının amacı, Cumhuriyet Hükûmeti’ni yıkmak, Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı olarak saltanat ve şeriatı getirmek, tekke ve zaviyeleri açmak, şapkayı yasaklayıp yeniden fesin kullanılmasını sağlamaktı.

Menemen olayında önemli etkinliği olan Laz İbrahim Hoca, olaydan önce Şeyh Esat Efendi tarafından Manisa’ya sözde “Baş Halife” olarak atanmıştı. Anılan şahıs, Manisa ve civarındaki ilçe ve köylerde Nakşibendi Tarikatı’nı yaymaya çalışmış; ayrıca, Cumhuriyet ve inkılâplar aleyhine konuşmalar yapmıştı…

Dolayısıyla irticaî hareketlerin oluşmasına ön ayak olmuştu. Laz İbrahim Hoca tarikatın bir toplantısında da Kubilay’ı şehit eden Giritli Derviş Mehmed’in Mehdîliğini ilân etmişti.

Mehdi mi, derviş mi?

Resmi söylemin “derviş” saydığı Mehmed’in kendini “mehdi” mi, yoksa “peygamber” mi ilan edeceğine bir türlü karar veremeyerek diyor ki: “Mehdi Derviş Mehmed, ayrıca, “kendisinin peygamber olarak geldiğini, şeriatı yerine getireceğini, Menemen’in 70.000 Müslüman tarafından kuşatıldığını, şeriat bayrağı altına girmelerini, girmeyenlerin kılıçtan geçileceğini, askerin silâh atamayacağını, kendilerine top ve merminin işlemeyeceğini… ifade ederek halkı ayaklandırmıştır. (Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osm. Tarihi, 5. cilt muhtelif sayfalar)

Menemen Jandarma Bölük Komutanı Yzb. Fahri Bey müdahale ederek dağılmalarını istemiş; ancak, grup dağılmamıştır. O sırada Derviş Mehmed, Yzb. Fahri’ye “Ben Mehdiyim. Şeriatı ilân ediyorum. Bana kimse mukavemet edemez. Karşımdan çekil!” demiştir… (de, en küçük kıpırtının ateşle bastırıldığı bir dönemin yüzbaşısı acaba neden ateş açmamıştır?)

Bu kez Menemen’de konuşlu 43’üncü Piyade Alayından Piyade Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay kargaşayı bastırmakla görevlendirilmiştir. Kubilay eratın (orduda onbaşı ve çavuşlara verilen ad) cephane almasını beklemeden 26 mevcutlu müfrezesi ile birlikte olayın cereyan ettiği Hükümet Konağı’na (Belediye Meydanına) doğru hareket etmiştir.

Mermisiz tüfeklerle isyan bastırma

Olay mahalline gelen Kubilay’ın müfrezesi irticaî gruba ateş açmış; ancak, silâhlarında manevra mermisi bulunduğundan dolayı etkili olamamıştır. Bunu fırsat bilen Derviş Mehmed ise, “Bakın bana mermi işlemiyor” diyerek daha da cür’etlenmiştir… Arbede arasında Kubilay, ağır bir şekilde yaralanmıştır…

Derviş Mehmed, Şamdan Mehmed’le birlikte Kubilay’ın sığındığı Kazez Camii bahçesine girmiş, bahçede bitkin bir vaziyette bulunan Kubilay’ın başını gövdesinden ayırmış; yeşil bir bayrağın tepesine takmıştır. Olayı duyan 43’ncü Piyade Alay Komutanlığı Yüzbaşı Ragıp Çaldıran ile Yüzbaşı Abdülbahri Bey’in komutalarında makineli tüfekle takviyeli iki bölük görevlendirilmiştir…

Açılan ateş sonucu Derviş Mehmed ile Sütçü Mehmed ve Şamdan Mehmed öldürülmüştür.

Aşırı sert tepkiler

Olaylardan bir hafta sonra 01 OCAK 1931 tarihinde TBMM’de konuşan Başbakan İsmet Paşa: “…Kubilay olayı yüzlerce seneden beri dini siyasete alet eden bütün hareketlerin yeniden ortaya çıkmasıdır. Bu zavallılar lâikliğe karşı gelerek şeriat istemektedirler” demiştir.

Menemen olayına karışanların yargılanması ile görevlendirilen Divan-ı Harp Başkanı General Mustafa Muğlalı, duruşmada bulunan sanıklara hitaben; “tarikatın münevver tabakalarından bu millet çok zarar görmüştür. Tarikatçılar, daima millet ve memlekete kötülük yapmışlardır. Son 400 senelik Türk tarihi tetkik edilirse Nakşibendiler din ve tarikat perdesi arkasında zavallı saf Müslümanları kalpte saklı olan o ‘sırla’ zehirlemiş ve bu millet sizin aletiniz olmuştur” diyerek sanıklardan çok tarikatları suçlamıştır.

Resmi söylemi özetleyecek olursak: “Menemen Olayı” rejimi yıkmaya yönelik gerici bir olaydır. Her yıl 23 Aralık’ta gerçekleştirilen anma törenlerinden de yalnızca “mürteciler” rahatsızlık duymaktadır!

Resmi tarihin özetle söyledikleri bunlar. Peki işin aslı ne?

Menemen ne menem?

Meşhur “Menemen Olayı”ndan sonra General Mustafa Muğlalı (Orgeneral Mustafa Muğlalı, 1943 yılında Üçüncü Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı iken Van’ın Özalp İlçesi’nde 33 masum vatandaşı kurşuna dizdirmek suçundan 1946’da yargılanıp idama mahküm edilmiş, daha sonra cezası, görev şartları dikkate alınarak 20 yıla çevrilmiştir) Başkanlığında kurulan Harp Divanı Mahkemesi Menemen’e gitti…

 

Kimisi olay çıkardığı için, kimisi ise alkışladığı, kimisi seyrettiği, kimisi de berber dükkanını açmak üzere o an şehir meydanından geçtiği için yakalanıp mahkeme karşısına çıkarıldı. (Bu mahkemenin ne temyizi, ne de sanıkların avukat tutma hakları vardı. Çok hızlı karar veriyor, verilen her karar anında infaz ediliyordu. Bu yüzden kuru ile yaş da yanıyor, kimi masumlar da asılabiliyordu)

“Esrar”engiz olaylar

Şimdi gelin zapta geçmiş birkaç ifadeye bir bakalım…

Yaralı olarak ele geçirilip sonra idam edilen Emrullah oğlu Mehmed Emin, sorgusunda; Derviş Mehmed’in bir toplantıda şöyle dediğini naklediyor: “Dünya, Şeyh Esat Hoca’nın avucundadır, isterse tufanlar ve fırtınalar yaratıp dünyayı alt üst edecek kudrettedir, ben de Arabistan’a hatta Çin’e kadar giderek Hz. İsa ile birleşeceğim ve oradan Avrupa’ya yönelerek Avrupa devletlerini dahi dine davet edeceğim.”

Bu saçmalıkları dillendirmek için hem kara cahil, hem de “deli” olmak lâzım. Dinle, diyanetle zerre kadar alâkası olan insan bu safsataları yutmaz. Çin’e gidecekmiş de, Hz. İsa ile görüşecekmiş… Dinle, diyanetle zerre kadar alâkası olan insan bu safsataları yutmaz. Ne var ki bunlar “itiraf” niyetine ciddi ciddi zabıtlara geçirildi. Ve idamlara gerekçe yapıldı.

Bir de Mehmed Emin’in sorgusunun devamında söylediklerine bakın: “Mehdî Derviş Mehmed (Yedeksubay Mustafa Fehmi Kubilay’ı şehit eden deli) ‘Hz. Peygamber de bu esrardan içti ve öylece miraca çıkarak Allah ile görüştü’ diyerek (haşa) orada bulunanlara devamlı esrar içirdi.”

Adamın deliliğine sınır olmadığı, üstüne üstlük bir de esrarkeş olduğu ve yaptıklarını esrarın etkisiyle yaptığı o kadar belli ki, başka delil gerekmiyor.

İki tüfekle cumhuriyeti yıkmak!..

Manisa’dan Giritli Küçük Hasan’ın (hakkında mahkemece idam kararı verilmiş, ancak, yaşı küçük olduğundan cezası 24 seneye indirilmiştir) yapılan sorgulamasında, “Bozalan Köyü’nde Mehdî Mehmed ve arkadaşlarına iki adet silâh verildiğini, bu köyde bir hafta kadar kaldıklarını, zikir ederek esrarlı sigara içtiklerini” söylüyor.

Eee…. Birkaç meczup esrarkeş iki adet silahla mı koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıp “şeriat devleti” kuracaklardı?

nerede bu isyancıların eğitilmiş adamları, subayları, silah depoları, topları, tüfekleri, eğitim alanları, komutanları, vesaireleri?

Hem benim bildiğim isyan bir taşra kasabasında değil, başkentte başlar. Çünkü hükümet oradadır. Bu itibarla ancak başkente hakim olan ülkeye hakim olabilir.

Namaz kılmayan “şeriatçı”

“Vallahi efendim… Ben namaz bile kılmıyorum. Oruç tutmadığıma dair şahitlerim vardır” diyen sanığa Mahkeme başkanı General Mustafa Muğlalı’nın verdiği cevap: “Biz camilerin kapısına içersi yasak diye çifte nöbetçi mi diktik? Minarelerin kapılarını mı ördürdük? Müezzinler beş vakit ezan okuyor. Gürül gürül mukabele okuyor. Ramazanda toplar atılıyor. O halde dinin elden gittiğini söyleyenlerin ya gözleri kör ve kulakları sağırdır yahut da onlar bu safsata ile kötülükler yapmak istiyorlar.”

Tabii bu söylem, namazsız oruçsuz birinin “şeriat devleti” isteyemeyeceği, çünkü şeriat devletinin böylelerinin işine gelmeyeceği gerçeğini değiştirmiyor.

Ölüler asılamaz

Mahkemece hakkında idam kararı verilip çok yaşlı olduğu için cezası 24 yıla çevrilen; ancak, tutuklu bulunduğu sırada ölen Erbilli Şeyh Esat Efendi’nin aleyhinde delil uydurulamamış olacak ki, ancak vefat ettikten sonra, bizzat Askerî Mahkeme Başkanı General Mustafa Muğlalı tarafından basına şu beyanat verilmiştir: “Şeyh Esat, hilâfet komitesiyle alâkasına dair bir itirafname hazırlıyordu. Bu münasebetle İngiliz casusu Lavrens (Lawrence) ile münasebette bulunduğunu da doğrulamaktaydı. Fakat, hastalığı bunu yazıp bitirmesine mani olmuştur.”

Bu iddiadan öyle bir anlam çıkıyor ki, sanki Şeyh Efendi, içinden geçenlere dayanılarak idama mahkum edilmiş. Peki ama içinden öyle bir “itiraf” geçirse bile, Muğlalı Paşa bunu nasıl okumuş?

Sonuç olarak: “Menemen Olayı”nı tertip ettikleri, olaya katıldıkları, alkışladıkları, ya da olay anında meydanda bulunup öylece baktıkları gerekçesiyle yargılanan yüz küsur insandan (bir avuç insanın koskoca Türkiye Cumhuriyetini nasıl yıkıp “şeriat” getirecekleri ayrı bir sorun) 28’i, Menemen’in muhtelif yerlerinde idam edildiler. (03 Şubat 1931) 50 sanık muhtelif hapis ve ağır hapis cezalarına çarptırıldı. 27 sanık ise beraat etti. (“Şeriat” getirmek istedikleri iddiasıyla yargılanıp asılanların arasında bir de Jozef isimli Musevi vatandaş vardı)

 Tesadüf mü bilmiyorum: Menemen halkı İsmet İnönü’nün partisi Cumhuriyet Halk Fırkası’nı değil, Fethi Okyar’ın kurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı destekliyordu.

 

Yavuz BAHADIROĞLU

 

***

NAMAZI KILDIRILMADI, MEZARINA TAŞ DİKİLMEDİ..

Menemen hadisesi bahane edilerek zulmedilen yüzlerce mütedeyyinden biri de Esad Erbilî Hazretleri.

Hiçbir ilgisi olmadığı halde İstanbul’da gözaltına alınarak götürülen 84 yaşındaki Nakşibendi şeyhi, idamla yargılandı.

Askerî hastanede vefat ettikten sonra alelacele defnedildi.

Zaman, Menemen’deki Safa Camii’nde bir masanın altında bulunan merhumun mezarını 82 yıl sonra ortaya çıkardı.

 

MENEMEN OLAYLARI İLE İLGİLİ VİDEOLAR…

 MENEMEN OLAYI DERİN DEVLETİN BİR TERTİBİDİR: MENEMEN DOSYASI GENEL KURMAY ARŞİVİ :

http://secretrality.blogspot.com/2012/07/menemen-olayi-derin-devletin-bir.html

 

MENEMEN’DE TAM OLARAK NE OLMUŞTU?

http://secretrality.blogspot.com/2011/09/menemende-tam-olarak-ne-olmustu.html

 

MENEMEN OLAYI MEĞER Kİ NEYMİŞ?

http://secretrality.blogspot.com/2011/09/menemen-olayi-meger-ki-neymis.html –

***

 BASINDAN “MENEMEN YAZILARI”..

NAMAZI KILINMADI..MEZARINA TAŞ DİKİLMEDİ!..

http://www.zaman.com.tr/gundem/namazi-kildirilmadi-mezarina-tas-dikilmedi/2031977.html

 

 MENEMEN İÇİN ÖLÜRÜZ!…

http://www.habervaktim.com/yazar/menemen-icin-oluruz–56612.html

 

 

Araç çubuğuna atla