BİZE TARİHİ VE MUSTAFA KEMAL’İ YALNIŞ ÖĞRETTİLER…
Bize hep Yunan’ı denize döktüklerinden söz ederlerdi. Meğerse “geldikleri gibi gitmemişler.”
30 Ağustos’ta Afyon’da Mustafa Kemal’in palto içinde yatarkenki resmine bakıp durduk hep.
Kimse 30 Ağustos’ta hava bu kadar soğuk muymuş diye sormadı.
Şimdi gençler herhalde, küresel ısınma öncesi ağustos ayında palto giyildiğini düşünüyorlardır..
Mesela kimse Rusların İngilizlerin müttefiği olduğu halde, neden İngilizlerin desteğinde Anadolu’ya çıkan Yunan’a karşı niçin Rusların bize silah verdiğini sorgulamaz..
Sahi merkezi hükümete bağlı kuvvetler Yunan’dan başka bir askerle savaştı mı? Mesela, İngiliz, Fransız, İtalyan, Rus..
Venezilos’la nasıl kardeş olduk. Ecevit’in şiirlerindeki gibi “Rakıyı içince mi anlaşılıyor Yunanla kardeş olduğumuz.”
“Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir ileri!”
Ben hep düşünürüm orduların ilk hedefi Akdenizdi de, mesela neden tüfek atımı menzilde, boş bir ada iken, KAŞ’ın tam karşısındaki Meis’i almadık. Ne beis vardı..Şimdi karaya oturmuş bir uçak gemisi gibi orada duruyor..
Sahilden giderken ikide bir cep telefonları Yunan hattına düşüyor..
Biz tarihi, gazete makalelerinden, yabancı arşivlerden devşirmeye çalışıyoruz…
“İkinci nokta da Yunan ordusunu ‘denize dökme’ meselesi…
Biz Yunan ordusunu gerçekten denize mi döktük? Denize dökmek ne demektir?
Adamlar Birinci Kordon’dan patır patır suya mı atladılar yani? (Atlayan çok oldu ama onlar yangından kurtulmaya çalışan sivillerdi.)
Yunan ordusunun önemli bir kısmı kuzeye, Kütahya üzerinden Mudanya’ya doğru çekildi ve buradan da Trakya’ya geçti. Hiç rahatsız edilmeden.
Diğer önemli bir kısmı da İzmir’e teğet geçerek yarımada boyunca Foça üzerine çekildi ve buradan yakın adalara, örneğin Midilli’ye aktarıldı.
(Birkaç gün sonra, bu ordunun iki komutanı Atina’da darbe bile yaptılar, yenilginin sorumlusu olarak gördükleri başbakanı, başkomutanı ve dört bakanı yargılatıp kurşuna dizdirdiler) Bunlara ilişemedik. Karışmadık.”
Tarih bizde büyük ölçüde siyasi kurgularla üretilmiş bir toplum mühendisliği alanı sanki..
Ya da birilerinin kendilerini ya da yaptıklarını meşrulaştırmak adına uydurdukları geçmişe ait bir argüman..
Sonradan paraya sahip olmuş eski bir işportacının, antikacı dükkanından aldığı eski bir resmi, kendine paşazadelerden soy-sop icad etmek için çerçeveletip duvarına asması gibi bir şey bu iş..
Sahi neden 1. İnönü savaşını öne çıkarmaz bizimkiler.. Bu işleri fazla karıştırmamak gerek değil mi?
Neden Bandırma vapurunun seyir defteri bulunmaz?
Mustafa Kemal’in vasiyeti, mektupları gizlidir. Aile ilişkileri konuşulsun istenmez..
Biliyor musunuz, Mudanya’dan hemen sonra İngilizler tası tarağı toplayıp gittiler, tek kurşun bile atmadan.
Biz ancak 2 gün sonra göndere bayrak çektik. İtalyanlar, Fransızlar da öyle..
Düzenli ordularla yapılan Kurtuluş savaşı dediğiniz şey Yunan’la yapılan savaştan ibaret..
Yunan’a da “gel” diyenler, gün geldi, “git” dediler. Yunanlılar gitmek istemeyince götürüldüler..
Sonrasında İngiliz’i ile Yunan’ı ile dost olduk. Yunan Klasikleri tercüme edilmeye başlandı Milli Eğitim tarafından.
İslâm Tarihi kaldırıldı ve Yunan Medeniyeti Tarihi zorunlu ders kitabı oldu..
Kurtuluş savaşı sırasında İngilizlerle Ruslar arasında çıkan İstanbul ve Boğazlar meselesini iyi incelemek gerek..
İstanbul’un kurtuluşu 6 Ekim 1923. İtilaf Devletleri 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ardından 13 Kasım 1918’de İstanbul’a girdiler.
İşgal, 16 Mart 1920 günü resmiyet kazandı.. Anlaşma gereği İngilizler İstanbul’dan 4 Ekim 1923 günü ayrıldılar.
5 Ekim 1923’te şehrin Anadolu yakasına gelen Türk Ordusu, İngilizler şehirden ayrıldıktan 2 gün sonra 6 Ekim 1923 günü İstanbul’a girdi.
Yani bir ay kadar sonra İstanbul’un kurtuluşu var ama, kimse bugünün farkında değil.
Halk 29 Mayıs’ı kutlar, devlet 6 Ekim’i.. Aslında İngilizlerin İstanbul’dan ayrılması 4 Ekim.
Niye 2 gün sonra bizimkiler geldi derseniz, araştırın bakalım.
İngilizler, bizim “Çanakkale Geçilmez” dediğimiz yerleri geçip İstanbul açıklarına demir attılar..
Tek kurşun sıkmadan işgal ettiler İstanbul’u. Ve sonra, tekrar geldikleri gibi de, tek kurşun sıkmadan gittiler..
Mondros’la geldiler, Mudanya ile gittiler yani..
Tarih, övgü ya da sövgü kitabı değildir. Tarihten ders alınır. Tarih bir toplumun ortak hafızası ve tecrübeler birikimidir.
Keşke görkemli askeri törenler ve zafer kutlamaları yerine, gerçeğin gizli olduğu arşiv belgelerini verseler..
Bir halk, kendi tarihini, yabancı arşivlerin belgelerinden anlamaya çalışmasa..
Tarihi gasbedilmiş bir halkın çocuklarıyız.. Bayramlar, törenler ve efsanelerle oyalanıyoruz..
Oysa gerçek, herkes için en iyi olanıdır…
Güneş balçıkla sıvanmıyor…
ALINTI: Abdurrahman Dilipak
Çeşitli Makale ve Yazılarım için:
http://www.turklider.org/TR/DesktopDefault.aspx?tabid=1583 da ” Haluk Cangökçe Gözüyle”