28 ŞUBAT 1997!
Aradan 15 yıl geçmiş…
O gün ilkokula başlayan çocuklar, bugün “Genç siviller” oldular. “Vicdani ret” bayrağı açıyorlar..
İçişleri Bakanlarını kazığa oturtmaktan söz edenler şimdi neredeler?..
Başbakan yardımcısının telefonunu dinleyip, hesap soracaklarını söyleyenler, bu sürecin 1000 yıl devam edeceğini dillendirenler, şimdi Encümeni Daniş toplantılarında eski günleri hatırlayıp dertleşiyor olsalar gerek…
Ya da bir gün kendi kapıları çalınacak olursa, nereden nasıl rapor alıp, hangi hastaneye kaldırılacaklarının hesabını yapıyor olabilirler..
Mesela Çevik Bir için herhalde, yaşadığı belirsizlik, sanık olmaktan daha az can sıkıcı olmasa gerek..
Kalabalıklar içinde yalnız bir adam.. Hani şu postmodern darbenin mucidi, andıçların babası..
Eski dostlarının başına gelenlere bakıp, kendi başına geleceklerin korkusu ile sessiz, kendi köşesinde eski günlerin hayâli ile kahroluyordur herhalde..
Gelecek günler, geçen günleri daha da aratacak..
Neydi o brifingli günler..
Harbiye Marşı, Onuncu Yıl Marşı..
Kararlı, cesur, kendinden emin..
Astığı astık, kestiği kestik tavırlar..
“Orduya sadakat şerefimizdir.”
Muvazzafları bir yana, emeklileri bile Türkiye’nin en önemli bankalarının, holdinglerinin yönetimine gelmişti..
Cumhurbaşkanı kim oluyordu, Başbakan, İçişleri Bakanı, Üniversiteler, Valiler, Belediye Başkanları, yargı kim oluyordu.
Fişlemedikleri kim kalmıştı!..
Hitler dirilmişti sanki..
Faşizm kol geziyordu!..
Anayasa Mahkemesi üyelerinden zaten ikisi emir-komuta zincirinden geliyordu..
Diğer yarısı ise, bir albayın, çay içimlik zamanda ziyaretleri ile ne yapacaklarını bilmez hale geliyordu, o günleri yaşayan birilerinin anlattığına göre…
Ve her darbe döneminde bu işler böyle oluyordu.
MGK toplantıları sonrasında, MGK’dan geldiğini ya da TSK’dan geldiğini söyleyen bir albayın uyarıları, yargının kararının istikametini belirliyordu..
Demirel konuşsa ya; Sezer şimdi konuşsa ya!..
Media, Mafia, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi, STK’lar, hepsi birer kurşun asker olmuştu..
Başörtüsü, İmam Hatip, katsayı tartışması hâlâ o günlerin mirası..
28 Şubat’ın pislikleri hâlâ ufkumuzu karartmaya devam ediyor..
Hâlâ 28 Şubat’ın paşaları dışarıda..
Ancak, gelecek günlerin geçen günleri aratacağının yavaş yavaş farkına varmaya başladılar sanırım artık son gelişmelerden sonra..
“Bin yıl” sürecek sandıkları iktidarları, örümcek ağı gibi paramparça oldu!
Tarih kendi mecrasında akmaya devam ediyor..
Ve bir ırmak yatağını arıyor bugün..
Bir asırlık zaman farkının sebeb olduğu belirsizliği yaşıyoruz.
Sonuçta bir milletin hafızası canlanıyor.
Bir millet uyanıyor!..
“Bir nesli nasıl mahvettiler” sorusunun cevabını değil, “yeni bir medeniyeti bugün yeniden nasıl inşaa edebiliriz” sorusunun cevabını arıyoruz?..
1000 yıl sürecek denilen 28 Şubat’ın finali çabuk oldu..
28 Şubat “darbe ve darbecilere lânet” gününe döndü..
Halk,“namlusunu millete döndüren tanka selam durmamayı” öğrendi..
28 Şubatları artık darbecilerin tehditkâr bildirileri, postmodern darbe girişimleri, e-muhtıralarla değil, tutuklanan darbeci paşalarla hatırlayacağız..
Dün bakanları kazığa oturtmaktan söz eden, “Bizim Sovyet”in “iyi çocuklar”ı, bugün sanık sandalyesine oturtulacakları günü bekliyorlar..
***
28 ŞUBAT TABUTU’NA SON ÇİVİ !…
28 Şubat 2007’de Ordu sivil idareye bir kez daha darbe vurup, yönetimi fiilen ele geçirdiği zaman daha çok imam hatip liselerini ve Kuran kurslarını hedef aldı.
Rejimin tehlikede olduğunu iddia eden generaller, Kuran kurslarını fiilen çalışamaz hale getirdiler.
Diğer taraftan imam hatipleri bir anda kapatmak zor olduğundan, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçme kararı alındı ve böylece imam hatiplerin orta kısmı tamamen ortadan kaldırılmış oldu.
Fakat bu da yeterli değildi, lise kısmı da tamamen yok edilmeliydi.
Bu maksatla bu okulların mezunlarının üniversiteye girememesi için özel önlemler alındı.
İmam hatip mezunlarını diğerlerinden ayıramayan 28 Şubatçılar “kurunun yanında yaş da yanar” mantığıyla tüm meslek lisesi mezunlarının önüne katsayı engelini çıkardılar.
Yeni sisteme göre meslek lisesi çıkışlılar neredeyse tüm soruları eksiksiz çözseler dahi iyi okullara giremezlerdi.
28 Şubat’ın çarpık anlayışı sonucu en iyi ortaokullar kapandı, meslek liseleri de üniversite sınavını kazanma ümidi olmayan, motivasyonları kırılmış gençlerle doldu.
Bu şekilde güya imam hatip mezunlarının tıp, hukuk gibi bölümlere girmesi engellenmek isteniyordu, ancak olan tüm Türkiye’ye oldu.
Ülke ekonomisi bir yandan işsizlikten kırılırken, diğer taraftan ara eleman yetiştiren meslek okullarına vurulan darbeler nedeniyle iş dünyası da işçi bulamamaktan şikâyetçi hale geldi.
Kısacası 28 Şubatçıların “kurunun yanında yaş da yanar” anlayışı sadece onların hasımlarını değil, tüm Türkiye’yi yaktı.
Elbette 28 Şubat zorbalığının tek kurbanı eğitim kurumları olmadı: Terzisinden kasabına, avukatından siyasetçisine kadar neredeyse tüm nüfus fişlenmeye başlandı.
İhbarcılık vatanseverlik haline getirildi. Gümüş yüzükler takibe alındı, bıyık şekilleri istihbarat raporlarına girdi, eşlerin etek boyları ölçüldü.
Askeriyede ve sivil bürokraside sırf karısının başı açık mı diye, memur alkol alıyor mu diye kokteyller düzenlendi.
Trajik-komiktir ama, o dönemde bu şekilde terfi almış pek çok asker ve memur vardır.
Elbette bu ‘kriterleri’ yerine getiremediği için askeri okullardan atılan, beklediği terfileri alamayan, yoğun bir mobbing (yıldırma) ile istifaya zorlanan pek çok liyakatli insanımız da vardır.
Eğitime dönecek olur isek, ilginçtir eğitimde 28 Şubat’ı bitiren uygulamaları ortadan kaldıran, geçmişte generallerin önünde selam duran YÖK olmuştur.
YÖK, Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın önderliğinde 28 Şubat tabutuna en önemli çivileri çakan kurum oldu:
Öncelikle üniversitelerde kılık kıyafet yasağı ilkelliğine Başkan Özcan’ın dâhiyane buluşu son verdi.
Hiçbir yasaya veya Anayasa ilkesine dayanmayan bu ilkellik siyasete hiçbir yük oluşturmadan, ülkeyi gerip kutuplaştırmadan ve Anayasa-yasa değişikliği gerektirmeden fiili olarak sona erdirildi.
Bugün Türk üniversiteleri de, tıpkı Avrupa ve ABD üniversiteleri gibi öğrencilerinin kıyafetleriyle uğraşmıyor. Bu konuda yasal güvencelere hala ihtiyaç var, bu doğru.
Ancak kıyafet serbesti konusunda yakın gelecekte yapılabilecek her türlü yasal düzenleme için gerekli toplumsal zemin YÖK’ün başarılı uygulaması ile hazırlanmış oldu.
YÖK’ün 28 Şubat kararlarına son noktayı koyan bir diğer adımı ise geçtiğimiz hafta geldi. YÖK, generallerin zoruyla getirilen katsayı engellerini adım adım kaldırmıştı, geçen hafta katsayı farkı tamamen eşitlendi.
Yusuf Ziya Özcan Hoca, “bu kararla fırsat eşitliğine aykırı bir uygulamayı sonlandırdık” diyor.
Hayır, bu kararın önemi sadece bununla sınırlı değil. Geçmişte baskının ve vesayetin sembolü olan YÖK, son kararıyla sadece gençleri sevindirmekle kalmadı, aynı zamanda 28 Şubat tabutuna esaslı bir çivi daha çakmış oldu.
Umarız Danıştay zamanın ruhuyla ve toplumsal beklentiler ile çelişerek çakılan çiviyi geri çıkarmaya çalışmaz.
—————————————-
28 ŞUBATÇILARININ DİN DÜŞMANLIĞI…
27 Mayıs’tan beri devam eden darbeler döneminde, en ilgi çekici darbe hiç şüphesiz 28 Şubat Postmodern darbesidir.
Demirel gibi bazı kişiler hâlâ bunu inkâr ederler ve sıcak bir darbeyi engellemekle övünürler.
Halbuki 28 Şubat en az sıcak bir darbe kadar zarar vermiş ve izleri yıllarca devam etmiştir.
28 Şubat 1997 Darbesi doğrudan Türk Milleti’nin inançları üzerinde baskı yaparak gerçekleştirilmiştir.
28 Şubat günü yapılan ünlü MGK Toplantısı’na bakarsanız, alınan bütün kararların ‘irtica’ bahanesiyle halkın dinî inançları üstünde baskı kurmak amacına dönük olduğunu görürsünüz.
28 Şubat’ın iki önemli tahribatı vardır:
İlki, imam-hatip okullarını kaldırabilmek için mesleki ve teknik öğretimi silmeye çalışmak; ikincisi, Kur’an kurslarını ortadan kaldırmaya çalışmak.
Ne yazık ki her iki uygulama da Türk eğitimi’nin yüz karası uygulamalar olarak hatırlanacaktır.
28 Şubat’ın klasik CHP eğilimindeki jakoben darbecileri, sırf imam-hatip okullarına zarar vermek için, diğer meslekî ve teknik okulların durumunu dikkate almaksızın, yüksek öğretime ‘katsayı uygulaması’ getirmişlerdir.
Bütün mesele, imam-hatiplilerin yüksek öğretime geçişine engel olabilmektir.
Hâlbuki imamhatip okulu öğrencilerinin toplam meslekî-teknik orta öğretimdeki oranı ancak %5 civarındadır.
Faşist zihniyetli darbeci mantığı, %5’i engellemek için %95’e zarar verdiğini anlayamamıştır.
Nitekim 28 Şubat’tan sonra kısa zamanda meslekî-teknik öğretim viraneye dönmüş ve okullaşma oranı içindeki yeri süratle düşmüştür.
Kısaca, 28 Şubat darbecileri imam-hatip düşmanlığı için Türkiye’nin meslekî-teknik eğitim ve işgücü dengesini alt-üst etmişlerdir.
————–
28 ŞUBAT’I HATIRLAMAK !…
28 Şubat 1997 tarihi, asla aklanamayacak, paklanamayacak, gelecek nesillerin lanetle anacağı, kara, kapkara bir leke olarak Türk tarihindeki yerini almıştır.
Aradan geçen 15 yılın ardından, bütün bir toplum olarak hep birlikte, daha hâlâ o tarihten sonra ülkenin içine düşürüldüğü çukurdan çıkmaya, yaşanan travmanın etkilerinden sıyrılmaya çabalıyoruz.
“28 Şubat bin yıl sürecek” diyenler ülkenin ve toplumun geleceğini ipotek altına alan öyle bir tahakküm sistemi kurmuşlar, millete ait değerleri yıkarak öyle tahrip etmişler ki, temizle temizle bitmiyor ve kolay halli temizleneceğe de benzemiyor.
Şöyle yürekli, gözükara bir “baş yönetici” gelene kadar da böyle devam edeceğe benziyor.
Süreç Merhum Necmettin Erbakan’ın Başbakan olmasıyla birlikte başlamıştı.
Kendilerini bu ülkenin sahibi olarak bilen ve asıl işi olan askerliği toplumun kimlik ve kişilik değerlerine karşı savaşmak olarak algılayan “darbeci zihniyetin üniformalı kadroları”, alnı secdeye varan, söylemine İslam’ı katan birinin Başbakan olmasını hazmedememişlerdi.
Tabiî süreç başladı. Başbakan’a alenen “adam olsan” deme cürümünü işleyen cüretkâr “paşa”lar gördük.
Askeri kadrolarla yaptığı toplantıların ardından terden sırılsıklam olmuş bir Başbakan’ın çaresizlik içinde kıvranışını izledi bu ülke.
Kendi emrinde bir memur olan Genelkurmay Başkanı’nı Başbakanlık Konutunun kapısında karşılayacak kadar acziyet içine düşürülmüş bir Başbakan profili ile, aslında ülkenin onuru ayaklar altına alınmıştı.
Brifingler gırla gidiyor, güdümlü basın açıkça darbe çığırtkanlığı yapıyor, halkın inançları, İslam’a ait bütün değerler ayaklar altına alınıyor, gazeteler “topyekün savaş” diye manşet atıyordu.
————————
28 ŞUBAT…
28 Şubat, aynı zamanda bir trenddi…
Kimi gazeteciler korku belasına, kimileri sırf ideolojik gerekçelerle, kimileri genel akımın dışında kalmama telaşıyla, kimileri de sırf kıllık olsun diye bu sürece destek verdiler ve sonucunda “siyaset zeminini” ortadan kaldırmış oldular.
Peşinden “banka soygunları”, ballı enerji dağıtım ihaleleri, kıyak teşvikler ve devlet rantları geldi.
Bu yağma süreci de 2001 krizini tetikledi.
Denilebilirse, Türkiye’yi Yunanistan’dan da beter duruma düşüren ekonomik krizin nedeni, bir “restorasyon programı” (!) olarak sahne alan ve peşinden mebzul miktar “sivil gazeteciyi” sürükleyen 28 şubat darbesidir…
Ki, mutlaka soruşturulmalıdır.
——————–
28 ŞUBAT DARBECİLERİNİN AYRICALIĞI NEDİR ?…
Bu arada, teşebbüs aşamasına dahi gelmemiş olan Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz vb. darbe planlarını yapanlar hapsedilirken, darbenin âlâsını yapmış olan ve bu milletin bütün özgürlük birikimlerini silip süpüren, İslam’a dair ne varsa toptan imha etmeye kalkışan, bir gecede binlerce toplum önderini ve aydını imha etmeyi plânlayıp listeler hazırlayan 28 Şubat darbecileri, darbenin adları malûm ilgili paşaları neden yargı önüne çıkarılmıyor, neden yaptıklarının hesabı sorulup bedeli ödettirilmiyor?
Buna da cevap bekliyorum.
28 Şubat darbecilerinin ayrıcalığı nedir?
***
Eğer söylenecek sözünüz varsa ekleyin..
Eğer söylenecek sözünüz yoksa sözleri okuyun..
Okumaya da zamanım yok diyorsanız..
O zaman PAYLAŞ ın birileri mutlaka okur…HALUK CANGÖKÇE
***
Çeşitli Makale ve Yazılarım için:
http://www.turklider.org/TR/DesktopDefault.aspx?tabid=1583 da ” Haluk Cangökçe Gözüyle”