HAKSIZ KANUN ÇIKARILAMAZ!…
Fenerbahçe’yi, özellikle de Başkan “Aziz Yıldırım’ı kurtarma kanunu” beni eski devirlere götürdü…
Eskiden de arada bir böyle haksızlıklar olur, ama hocaların uyarısıyla derhal o yoldan dönülürdü.
“İbret-i âlem için” birini paylaşmak istiyorum.
Bir gün Kanuni’nin süt kardeşi Şeyh Yahya Efendi (Beşiktaşî) tekkesine gitmektedir…
Nereden çıktığı belli olmayan bir papaz, atının yularına yapışıp durdurur Şeyh Efendi’yi:
“Bu da adalet mi yani?” diye bas bas sorar;
“doğru düzgün defter bile tutulmuyor, ölülerimizden dahi haraç isteniyor.
Sen ne biçim Padişah hocasısın bre koca kavuklu?”
“Nedir, ne oldu?”
“Daha ne olsun, ‘süt karındaşım’ dediğin Padişah adaletsizlik etmekte, mallarımız elimizden alınıyor, doğmamış sabiye vergi konuyor.”
Hoca yerin dibine geçmiştir:
“Hele sal hayvanı gideyim Padişah’a. Bilerek haksızlık yapacak biri değildir. Öğrenip sana işin aslını-faslını anlatayım. Varsa bir haksızlık düzeltilir.”
Papaz, ağlayarak gözden kaybolur. Hoca atının başını saraya çevirip doğruca huzura çıkar.
Hâlim-selimdir, ama yeri geldiğinde Kanuni gibi bir Padişah-ı Cihan’a “Beri bakasın bre süt karındaş!” diye gürleyecek kadar da yüreklidir.
Kanuni, süt kardeşi Yahya Efendi’yi karşısında dertli ve öfkeli bulunca, işkillenir.
Yine vardır milletin bir derdi, yine Hoca’yı çıldırtacak bir şeyler olmuştur şehri Sitanbul’da…
“Hele süt karındaş, bu celâl da nedir, neye kızmaktasın?” diye sorar çekine çekine. Çekinir, çünkü sözünü sakınmadığını bilir.
“Yazıklar olsun” diye girer Hocaefendi söze, “böyle kanunsuz, töresiz elde edilen malın helâlığı olur mu? Sen ne yapıyorsun böyle?”
Her şeyden habersiz olan Kanuni, sorar: “Ne yapıyormuşuz?”
“Daha ne yapacaktın? Rum ahalinin gelmişini geçmişini soyarmışsın. Doğmamışıyla ölmüşüne bile vergi koyarmışsın. Bu nasıl adâlettir diye soran bir papazın elinden az önce zor kurtuldum.”
Kanuni Sultan Süleyman, üzgün, üzgün sallar başını:
“Hocam; halimi Allah biliyor ki, bu anlattıklarından zerre kadar haberim yok! Bu işleri alt kadrolar hallediyor.”
“Onlardan kim mesuldür?”
“Amirleri elbet.”
“Ya amirlerinden kim mesuldür?”
“Eh onların da daha yüksek amirleri var, onlar mesul.”
“Böylece nereye kadar gidiyor bu mesuliyet?”
“Bana kadar geliyor elbet.”
“Eeee?..
Benim demem de o deme değil midir? Memurlarının yularını gevşetirsen sırtına öyle uhrevi sorumluluklar yüklerler ki, cennet yüzü göremezsin.”
Kanuni İstanbul Boğazı’nın dört mânevi bekçisinden biri (diğerleri: Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdayi, Beykoz’da Yuşa Aleyhisselam, Sarıyer’de Telli Baba) olduğuna inanılan Şeyh Yahya Efendi’nin ikazı sayesinde kararı düzeltir…
Günümüzde ne böyle “Hoca”lar kaldı, ne de bir kulağı “Hoca”nın uyarısında iş yapan yöneticiler.
Bu yüzden “doğru” ile “yanlış” arasında yalpalayıp duruyoruz.
ALINTI : Yavuz Bahadıroğlu
Çeşitli Makale ve Yazılarım için:
http://www.turklider.org/TR/DesktopDefault.aspx?tabid=1583 da ” Haluk Cangökçe Gözüyle”