“ŞEHİR ŞEHİR KARADENİZ VE YAYLALAR” TURU HİKAYESİ ..(7. ve SON GÜN)
Bir haftalık “Şehir Şehir Karadeniz ve Yaylalar” Turunun bugün son günü..Ankara’ya dönüş yolculuğuna başlıyoruz..Turun ikinci günü Samsun’ un simgesi sayılan, Atatürk heykelini görecek ve toplu resim çektireceğiz…
Bugünkü program şöyle…
7.Gün: AMASYA-ÇORUM-ANKARA-: Sabah kahvaltımızın ardından Amasya’ya hareket. Amasya’ya varış. Öğle yemeği- saraydüzü kışlası. Amasya Müzesi Hazeranlar Konağı II. Beyazıt Külliyesi’nin gezilmesi. Amasya minyatürünün gezilmesi Efsanelere konu olan Ferhat ile Şirin Su Kemerleri’nin görülmesi Çorumda leblebi alışverişi için mola. Ankara’ya hareket. Gerekli molalarla Ankara’ya varış.
———————————————————————————————-“AMASYA”…
Amasya şehrini ilk kuranlar Amazonlar’mış. Amazon kraliçesi Amasis, Karadeniz kıyılarından aşağı inmiş, Amasya’nın bulunduğu yeri beğenerek bir şehir kurmuş, adına ” Amasis şehri” demek olan “Amaseia” demişler. Bir söylentiye göre de, bir zamanlar buradaki dağlarda elmas madeni işletilirmiş, bundan dolayı şehre “Elmasiye” denmiş, bu ad zamanla Amasya olmuş. Şehrin adının Amasya’yı fetheden Danişmend Ahmed Gazi’nin karısı “Ümmü Asiye” den geldiğini, Ümmü Asiye’nin Amasya’da oturduğunu söyleyenler var. Fakat, Amasya, Danişmend Gazi’nin burayı fethinden önce de “Amasea” adıyla tanınan, bilinen bir şehir…
“AMASYA MİLLİ MÜCADELE MÜZESİ”…
Müze, Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyete giden yolda hazırladığı ilk yazılı belge olan Amasya Tamimi’nin kaleme aldığı Saraydüzü Kışlası‘nın birebir aynısı imiş…
Atatürk’ü Cülüstepe’de karşılayan Amasyalılar ve Atatürk ile birlikte Amasya’ya gelen silah arkadaşlarının balmumu heykelleri ve Amasya Tamimi’nin saf ipek üzerine işlenmiş eski ve yeni Türkçe ile yazılmış nüshaları ile Milli Mücadele yıllarından kalan silah ve evrakların sergilendiği müze, 2007 yılında Amasya Tamimi’nin imzalanışının 90. yılında da açılmış..
“HAZERANLAR KONAĞI”…
Bu konağın ismi, Hasan Talat Bey’in kızı olan ve uzun süre bu konağın sahipliğini yapan Hazeran Hanım’dan gelmekte imiş.. Hazeranlar Konağı Kastamonu, Safranbolu ve Kula evleri ile mimari yönden benzerlik göstermekte. Kuzey-güney doğrultusunda, bodrum dahil üç katlı, açık avlulu iki ana girişli olan bu konak haremlik ve selamlık olmak üzere iki bölümden oluşmakta.. İkinci ve üçüncü katlarda orta sofanın çevresinde dört eyvanlı, köşeleri pahlı, toplam 11 oda sıralanmış.
Konak MS.II.yüzyıla ait antik moloz taşlardan yapılmış temeller üzerine ve 3 m. kalınlığındaki sur duvarları üzerine oturtulmuştur. Ahşap kalasların yardımı ile bindirme tekniğinde hımışlı olan yapıda özellikle doğu cephesi dışında kalan bölümler tümü ile cumbalı ve dizi halinde pencerelidir. Dışa kapalı olan batı duvarında büyük bir ocak yer almakta..
Konağın bodrum katı eski tarihlerde ahır olarak kullanılmış, günümüzde Devlet Güzel sanatlar galerisi olarak düzenlenmiş..
Konağın selamlık bölümündeki, Oturma Odası, Anı Odası ve Baş Oda etnoğrafik malzeme ile düzenlenmiş. İkinci kattaki çift kapı ile geçilen Harem kısmı, Mabeyn Odası, Hizmetçi Odası, Çeyiz Odası ve eyvanlar bulunmakta. Müzenin bu bölümleri XIX.yüzyıl Amasya yaşantısını günümüze yansıtacak şekilde düzenlenmiş.
“FERHAT İLE ŞİRİN SU KEMERLERİ”…
Ferhat’ın şirine olan aşkı için açtığı su kemerlerini (yol yorgunluğundan olsa gerek) otabüsümüz giderken camdan izledik..Bu nedenle bu kanal hakkında ansiklopedik bilgilere bakarak fikir sahibi oldum. Hikayenin konusu şöyle:
Ferhat’ın Şirin’i alabilmek için, Amasya’ya su getirme çabasıyla dağlardaki kayaları sadece bir çekiç (dönem insanlarının tabiriyle “Gürz) vasıtasıyla kırarak açtığı kanala verilen isim. Bu kanalı, Ferhat açtığı zamanki uzunluğu 23 km imiş…Ancak gelin görün ki memleket olarak her zamanki umursamazlığımızı göstermişiz ve bu nedenle su kanalının şu an görünebilen kısmı 2 km kadar. Geri kalan 21 km’lik kısmın büyük bir kımsı yol yapıldığı için doğrudan yok edilmiş. Kalan kısmın büyük bir kısmı bölgeye kurulan taş ocakları ve çimento fabrikaları tarafından yok edilmiş. Var olan 2 km’lik kısmın da yaklaşık 1 km’si sadece yoldan bakınca dağda bir iz olarak görünüyor. Durumun böyle olması beni oldukça üzdü…
Ferhat ile Şirin’in mezarları bu kanalın bulunduğu dağın tepesinde ve kanala göre dağın diğer sırtında kalan kısımdaymış ve sadece yürüyerek ve 4 saatte çıkılabiliniyormuş Ferhat ile Şirin’in mezarı’na…Bu mezarların başında ne bir taş varmış ne de oranın mezar olduğuna dair bir yazı. Sadece iki tane küçük tümsek olarak görünüyormuş. Hangisinin Ferhat hangisinin Şirin olduğu ise bilinmiyormuş..
(Ama ben onlardan, mezar kıble yönüne alındığında (yani mezarın ayak dibinden durduğunuzda yüzünüz kıbleye bakıyorsa), sol taraftakinin Ferhat, sağ taraftakinin de Şirin olduğunu, okuduğum Ferhat ile Şirin kitabından (Nazım Hikmet Ran) biliyorum…
Bu mezarın da çok güzel ve gerçek bir enteresanlığı varmış. Her sene mezarın etrafında farklı bir çiçek grubu bitiyormuş. Yani bir sene örneğin kelebek çiçekleri bu mezarların etrafını donatırken, diğer sene papatya, başka bir sene menekşe oluyormuş. Ferhat’ın ve Şirin’in mezarlarının yan taraflarından her sene iki tane çok büyük gül çıkıyor ve yükseldikçe mezarın üstüne doğru eğiliyormuş. Velahasıl mezarlarının tam ortasında her sene, hem bu gülleri, hem de Ferhat ile Şirin’in mezarını birbirinden ayıran, “Kara Çalı” adını verdikleri büyük bir diken türü çıkıyormuş. Bu Kara Çalı’yı her sene kesiyor, hatta köklerini söküyorlarmış ama o yine de tam güller birbirine deymek üzereyken birkaç gün içerisinde yükseliyor ve hem gülleri hem de mezarı ayırıyormuş. Bunu gözlemlemek için buraya tekrar gelinir…
“FERHAT İLE ŞİRİN EFSANESİ” Ferhat, nakkaşlık yapan, Şirin’e sevdalı yiğit bir delikanlıdır. Saraylar süsler, fırçasından dökülen zarafetin Şirin’e olan duygularının ifadesi olduğu söylenir.
Amasya Sultanı Mehmen’e Banu’ya, kız kardeşi Şirin için, dünürcü gönderir Ferhat. Sultan; Şirin’i vermek istemediği için olmayacak bir iş ister delikanlıdan. “ Şehir’e suyu getir, Şirin’i vereyim” der, demesine de su, Şahinkayası denen uzak mı uzak bir yerdedir.
Ferhat’ın gönlündeki Şirin aşkı bu zorluğu dinler mi? Alır külüngü eline, vurur kayaların böğrüne böğrüne. Kayalar yarılır, yol verir suya. Zaman geçtikçe açılan kayalardan gelen suyun sesi işitilir sanki şehirde.
Mehmene Banu, bakar ki kız kardeşi elden gidecek, sinsice planlar kurarak bir cadı buldurur, yollar Ferhat’a. Su kanallarını takip edip, külüngün sesini dinleyerek Ferhat’a ulaşır. Ferhat’ın dağları delen külüngünün sesi cadıyı korkutur korkutmasına da, acı acı güler sonra da. “Ne vurursan kayalara böyle hırsla, Şirin’in öldü. Bak sana helvasını getirdim” der. Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner. “Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır” der. Elindeki külüngü fırlatır havaya, külüng gelir başının üzerine bütün ağırlığıyla oturur. Ferhat’ın başı döner, dünyası yıkılmıştır zaten “ŞİRİN !” seslenişleri yankılanır kayalarda.
Ferhat’ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara bakar ki Ferhat cansız yatıyor. Atar kendini kayalıklardan aşağıya. Cansız vücudu uzanır Ferhat’ın yanına. Su gelmiştir, akar bütün coşkusuyla, ama iki seven genç yoktur artık bu dünyada. İkisini de gömerler yan yana. Her mevsim iki mezarda da birer gül bitermiş, sevenlerin anısına, ama iki mezar arasında bir de kara çalı çıkarmış. İki sevgiliyi, iki gülü ayırmak için..Ancak günümüzde artık böyle aşklara rastlanmıyor…
Eskidenmiş o dağı delip su getirmeler. Şimdi, mutfaktan su getireni bulursan yakala evlen…(Haluk Cangökçe)
“ŞEHİR ŞEHİR KARADENİZ VE YAYLALAR” TURU HİKAYESİ BİTTİ…UMARIM BEĞENMİŞSİNİZDİR…
ŞEHİR ŞEHİR KARADENİZ VE YAYLALAR (7.GÜN) ………RESİMLER
http://www.facebook.com/media/set/?set=a.10150290841812842.342999.787072841&type=1
Çeşitli Makale ve Yazılarım için:
http://www.turklider.org/TR/DesktopDefault.aspx?tabid=1583 da ” Haluk Cangökçe Gözüyle”