NOT DEFTERİMDEN ŞEÇMELER…
Derler ya, “Hayat en iyi öğretmendir, zaman en iyi müfessirdir” diye, öyledir…
İnsan hayat boyu bir şeyler öğrenir. Buna “tecrübe” diyorlar…
Fakat zaman içinde öğrendiklerinin çoğunluğunu unuttuğu, ya da doğru analiz edemediği için sık sık hatalarını tekrarlar.
Unutmamanın yolu not tutmaktan geçer.
Şahsen ben öyle yapıyorum.
Hafızama fazla güvenmediğim için önemli deneyimlerimi not alıyorum.
Bir bakıma kendi “ruzname”mi (günlüğümü) oluşturuyorum.
Bugün ruznamemdeki bazı notları siz dostlarımla da paylaşmak istiyorum.
Umarım yararlı olur…
SON KULLANMA TARİHİ!…
Çeşit çeşit İlaç vardır ve hepsinin kullanım tarihi de değişiktir…
Son kullanma tarihi geçen ilaçlar da atılır..
Ancak bir de tabiat eczanesinden alınan doğal ilaçlar vardır. Bunların kullanım süreleri sonsuzdur…
Ancak bunların arasında bozulan ve çürüyenler çıkabilir. O zaman da bu çürüyenler ayıklanıp atılır…
Dostlar, Arkadaşlar, arasında da, zaman zaman bozulmalar ve çürümeler oluyor malesef.
Dostlar, Arkadaşlar arasında ki bu çürüme, çıkarlar ve menfaatler söz konusu olduğunda daha da çabuk oluyor…
“Ben bir şeyi hiç mi hiç az sevemedim, hele orta hiç sevemedim:
HEP ÇOK SEVDİM. Arkadaşlarımı, dostlarımı da çok sevdim.
Eve meyva aldığım zaman da sandıkla alırım…
Ancak içlerinde bozulanlar çıkınca da, diğerlerini bozmaması için ATARIM..
Çürümemek için direnmek, sürgit direnebilmek için de sabretmek gerek..
Ve, “asra andolsun ki” sabretmeyen insan apaçık ziyandadır…
——–
KURBAĞANIN ÖMRÜ “VAKVAK”LA; İNSANIN ÖMRÜ “LAKLAK”LA….
Filan şarkıcı filanla beraber geziyormuş…
Falanın feşmekânla aşkı bitmiş, filankesle çıkmaya başlamış…
Şu oyuncu yeni bir araba almış, hız denemesi yapmış…
Sarhoşken otomobil süren bu oyuncunun ehliyetine el konmuş…
Evliliklerini bir ay bile sürdüremeyenler…
Boşandıkları halde birlikte oturanlar…
İhanet edenler, kavga edenler, kaza yapanlar…
Söylentiler, dedikodular, envai çeşit yakıştırmalar.
Tümüne ilgisiz dursanız bile, hayat ve ahret açısından hiçbir şey kaybetmeyeceğiniz (hatta kazanacağınız) bir sürü ıvır-zıvır…
“Millet bunları izliyor.”
Yani hayatımızdan hiçbir iz taşımayan hayatları seyredip oyalanıyoruz.
Bunlara bir de siyaset sahnesindeki çeşitlemeleri ekleyin bakalım…
Sanat ve siyaset dünyasıyla ilgili olarak yaptığımız gevezelikleri de katın…
Sonra bir an hayatınıza kabir kapısından bir bakın!..
Göreceksiniz ki,
İlgisiz şeylerle uğraşmaktan, uğraşmamız gereken şeylerle ilgilenememişiz…
Nihayet ömür bitmiş, mum sönmüş, kabre gitmişiz…
Ne hissediyorsunuz?
Neşe mi, sevinç mi, mutluluk mu, yoksa derin bir pişmanlık mı?
Kendinize acıma mı?
Yıkım mı?
Hepsi iç içe olmalı.
Peki bu ne hal?..
Bu ne gaflet?..
Bu ne vurdumduymazlık?..
Nasılsa bir gün ölmeyecek miyiz?
Bu ne gamsızlık yahu?
Gerçek şu ki, hepimiz her gün ölüyoruz, ama her günümüzü manasız, faydasız, boş işlerle geçiriyoruz..
O sanatçı, bu şarkıcı…
Şu politikacı, bu politikacı…
Her gece beş saat televizyon…
Bu saatleri biriktirebilseydik, kim bilir nasıl bereketli bir ömrümüz olurdu!
Saçıp savuruyoruz…
Başkalarının sanal hayatını merak uğruna, kendi gerçek hayatımızdan vazgeçiyoruz.
Başka bir deyişle her günümüzün en kıymetli saatlerini çöpe atıyoruz.
Hiç düşünmüyoruz ki, hayat, yersiz ve gereksiz meraklara kurban edilebilecek kadar uzun ve değersiz değildir.
Kendi hayatımızı bile bile değersizleştiriyoruz.
Bile bile tüketiyoruz…
Tüketirken, tükendiğimizi fark etmeden…
Keşke vakit varken pişman olup, gereksizliklere zaman harcamayacağımıza karar verebilsek.
Boşa geçen zamana üzülmek rüzgarı kovalamaya benzer…(Rus Atasözü)
————————–
HÜZÜN!…
Hava puslu mu puslu…
Yağmur, “ahmak ıslatan” türünden çiseliyor…
Mevsim kış…
“Hangi yılın kışı” diye sormayın lütfen;
Benim gibi hayatının çoğunu eskitenlerin hafızasında yıllar öylesine bir birine girer ki, mevsimleri ayıklamak çok zordur…
Hafızanız yitik bir hasretin izleriyle dolar bu yaşlarda.
Çocukluğunuz yüreğinizde tütmeye başlar.
Derin derin iç çekersiniz: “Ah o günler” diyerek.
“İnsan ne yaparsa yapsın ölümlü bir varlık. Vücudu yaşlanıyor; hemen değil hayır, önce gözleri ya da bacakları ya da kalbi yaşlanıyor.
İnsan parça parça yaşlanıyor. Ve bir gün ruh yaşlanmaya başlıyor.
Çünkü vücut ihtiyar olmak istiyor, ama ruhun hâlâ özlemleri, hatıraları var ve hâlâ arıyor, seviniyor, arkadaşlarını özlüyor.
Ve mutluluğa duyulan özlem kaybolduğunda sadece hatıralar ya da kibir kalıyor; ve insan o zaman gerçekten sonsuza dek ihtiyar oluyor.”
“Hüzün çocuklar için arada bir, yaşlılar için sürekli…”
——————————-
FARKLARIMIZ KOYBOLDU …
“Esir” olmakla “ecir” olmak arasında sıkışan insan
Henüz düşünceler kontrol edilemiyor, ama modern iletişim imkânları kullanılarak, insan, istenilen istikamette şartlandırılabiliyor.
Bu yüzden aynı filmleri izleyen, aynı şarkıları dinleyen, aynı sanatçılardan hazzeden, aynı kitapları okuyan, aynı yerleri gezen, aynı şeyleri yiyip içen ve aynı şeyleri giyen bir topluluğa dönüştük.
Farklarımız kayboldu…
Farklarımız kayboldukça renklerimiz de kayboldu…
Farklarımız ve renklerimiz güzelliğimizdi, güzelliğimiz kayboldu.
Bunun adı: “Moda!”
Yaşasın populizm!..
——————————
Eğer söylenecek sözünüz varsa ekleyin..
Eğer söylenecek sözünüz yoksa sözleri okuyun..
Okumaya da zamanım yok diyorsanız..
O zaman PAYLAŞ ın birileri mutlaka okur…
—————————–
Çeşitli Makale ve Yazılarım için:
http://www.turklider.org/TR/DesktopDefault.aspx?tabid=1583 da ” Haluk Cangökçe Gözüyle”