PİŞMANLIK…
Oyun çocuğuydum. Mahallede bir samimi arkadaşım vardı. Benden büyüktü.
Bir ağabey gibi davranır, üstüme titrer, bilmediğimi öğretir ve beni korumak için her tehlikeye atılırdı.
Beraber eğlenir, birlikte gülerdik.
Bir gün (o günü yaşamamış olmayı hep istemişimdir) evet, bir gün evlerinin önünde onu bekliyordum.
Yanımda başka çocuklar da vardı.
Kısa bir süre sonra geldi.
Çocuklar gibi konuşuyorduk.
Gözüm sık sık arkadaşımın ceketine takılıyordu.
Yakalarındaki yamalara, dirseklerinden sarkan ipliklere bakmaktan kendimi alamıyordum.
Fakir bir ailenin oğluydu.
O, hiçbir şeyin farkında değildi. Heyecanla bir şeyler anlatıyordu.
İşte ne olduysa o zaman oldu. Aniden, yani düşünmeden, yani aptalca:
“Ceketin ne kadar da eski!” deyiverdim. Donup kaldı.
Hayretle gözlerime bakıyordu.
Bu kadarla da yetinmedim. Yılandilim yuvasından çıkmıştı bir kere, devam ettim:
“Bunu dilenciler bile giymez!”
Çocuklar güldüler.
O, hep susuyordu.
Biçare “ağabey” ne söyleyebilirdi ki.
Dudakları titriyordu.
Başını önüne eğdi, eve doğru yürümeye başladı.
İşte o zaman fark ettim yaptığım büyük hatayı.
Allah affetsin!
Dostluğumuz bozuldu.
Karşılaşınca yollarımızı değiştirir olduk.
Artık sabah kalkar kalkmaz birbirimizi aramıyorduk.
Artık ayrı ağlıyor, ayrı gülüyorduk.
O olay yol kavşağı oldu, kendi yolumuzda yürümeye o gün başladık.
Dünya benim için sessiz bir dünya oldu. Yalnızlığı yaşadım.
Ayrılığı yaşadım.
Terk edilmişliği, kimsesizliği, unutulmuşluğu yaşadım.
Pişmanlık hayatım oldu, günah hatıram ve masumiyet hayalim.
Daha sonra da o hadiseyi binlerce kez hatırladım, binlerce kez yaşadım ve binlerce kez acı çektim.
Yıllar yılları kovaladı.
Artık hiç görüşmüyorduk.
Sonra ben uzak diyarlara gittim.
Gurbet ülkesinde “kul hakkı” kavramını öğrendim, “Helalleşmenin” lüzumuna inandım.
Eve ilk dönüşümdü.
Onu bulmak, gururu bir yana bırakıp, ellerine sarılmak, af dilemek istiyordum.
Olmadı.
Erken gelen ecel rüzgarı onu bu dünyadan alıp götürmüştü.
Ellerim yanıma düştü. Yandım!
Mezarı başında döktüğüm gözyaşlarım da söndüremedi içimde yanan ateşi.
Kendi kendime teselli vermek istiyordum, bu bir hata, bir kabahat bir kusur, ama bilinen anlamda bir günah değil, diyordum.
Belki de değildi, ama ne fark eder, ben onu yaşamıştım bir kez.
Şimdi her hatırlayışta ruhuna Fatiha’lar okuyorum.
Acımı hafifletiyor, fakat yok edemiyor!
Ve tek günah bile bir ömrü acılarla doldurmaya yetiyor!
Bembeyaz hayat sayfamda simsiyah görünen lekelerim.
Korkularım, çilelerim, kederlerim.
Günahlarım!
Sizden kurtulmayı bilseniz ne kadar isterim!