BABANIZ YAŞIYORSA……
Babanız yaşıyorsa hala çocuksunuzdur.
Bu harika.
İnsan babası ölünce büyüyor çünkü.
Yalnız başına kalıyorsunuz o zaman artık.
Çocukken her şeyi bilen, herkesten güçlü olan babamız biz büyüdükçe küçülüyor.
Zamanını tamamlamış ve geçmişte kalmış bir yaşlı olarak kendi köşesinden bize bakıyor.
Uzakta olsa da, bize dokunamasa da…
Usandıracak kadar ayrıntılı sorularla hayatı öğrendiğimiz, her şeyi bilen babamızın sorularıysa biz büyüdükçe artık bize sıkıcı gelmeye başlıyor.
Müdahale etmese, soru sormasa ne iyi olur dediğimiz zamanlar çok oluyor artık.
Biz ondan daha iyi biliyoruz ya her şeyi.
Zaman artık onun zamanı değil ya…
Teknoloji gelişti ya…
Her şey değişti ya…
Oysa ne zaman ki babanızı kaybediyorsunuz, işte o zaman gerçekten büyüyorsunuz.
Çünkü çınarın gölgesi yok artık üzerinizde.
Sizi fark etmediğiniz halde yağmurdan, güneşten koruyormuş meğer o gölge.
Siz de aile kuruyorsunuz, baba oluyorsunuz, sizinde gölge yaptığınız ve koruduğunuz birileri oluyor ama o gölgeyi çok arıyorsunuz.
Babanız öldüğünde büyüyorsunuz.
Artık soru soracağınız, öğreneceğiniz, azarını duyacağınız, takdirini alacağınız, akşam eve dönerken yolunu gözleyeceğiniz, korkacağınız bir babanız yoksa büyüyorsunuz.
Yarınınızdan sorumlu tuttuğunuz, her istediğinizi almak zorunda olan o kişi yoksa artık…
Hep sessiz ağlayan, suskun seven, en zor dönemde bile yıkılmaz görünen, sırtınızı dayadığınız çınar ağacınız yoksa artık…
Büyüyorsunuz o zaman işte.
Savaşın ortasında komutansız kalmaktır, babasız kalmak.
Kaç yaşınızda olursanız olun babanız yaşıyorsa hala çocuksunuzdur.
***
HAYAT !…
Hayat Yaşamayı,
Mutluluk Gülümsemeyi,
Sevgi Hak Etmeyi,
Vefa Hatırlamayı,
Dostluk Paylaşmayı Bilen İçin Vardır…
***
DÖRT İŞLEM…
Hayat bizi resmen dört işlemle sınar.
Gerçeklerle ÇARPAR,
Ayrılıklarla BÖLER,
İnsanlıktan ÇIKARIR,
Ve sonunda TOPLA kendini der..!
***
BİN MİSKET TEORİSİ….
Genç adam yoğun iş temposundan iyice bunalmıştı.
Vakit akşama yaklaşıyordu, ama mesai kavramına çok yabancı olduğu için evine ne zaman gidecegi belli değildi.
Başını iki elinin arasına aldı, gözlerini sıkıca kapadı.
Çok para kazanıyordu. İyi bir yöneticiydi, birçok insanın imrenerek baktığı bir konumdaydı.
Ama yaşadığı hayatı hayat olarak görmüyordu.
“Bu ne biçim hayat böyle!” diye söylendi kendi kendine.
Hafta sonlarında dahi evine gidemiyordu.
Toplantılar, iş seyahatleri, yazışmalar ve koşuşturmacayla geçen bir hayat.
Ailesine, çocuklarına vakit ayıramıyordu.
Pek çok yakın dostunun adını dahi unutmuştu.
Bu karamsarlık içinde kıvranırken, birden çekmecesindeki küçük radyosu aklına geldi.
Radyoyu açtı. Yayınlanan müzik parçası ile biraz rahatladığını hissetti.
Müziğin ardından yaşlı bir adamın konuşmasıyla gayri ihtiyari radyoyu kapatmak istedi.
Ama birden durdu. Ilginç bir teoriden bahsedeceğini söylüyordu yaşlı adam.
‘BİN MİSKET TEORİSİ’ni anlatacaktı. Merakla dinlemeye başladı.
“Birgün oturdum ve biraz aritmetik yaptım.
Ortalama bir kişinin yetmiş beş yaşına kadar yaşadığını varsaydım.
Biliyorum, bazıları daha çok, bazıları da daha az yaşar. Ama biz yetmiş beş sene yaşadığını düşünelim.
Bir yılda 52 hafta olduğu için, 75’i 52 ile çarptım ve ortalama ömre sahip bir insanın tüm hayatında yaşayacağı cumartesi sabahı sayısı olarak 3900 rakamına ulaştım.
Şimdi beni iyi dinleyin. En önemli kısmına geliyorum.
Bütün bunları ayrıntılı olarak düşünmeye elli beş yaşında başlamıştım.
Yaptığım hesaba göre bu yaşa kadar 2180’in üzerinde cumartesi yaşamıştım.
Ve eğer yetmis beş yaşına kadar yaşarsam, yaşayacağım cumartesi sayısı sadece bin adet olacaktı.
Bir oyuncakçı dükkânına gittim ve elindeki tüm misketleri aldım.
1000 adet misketi bir araya getirmek için üç tane daha oyuncakçı dükkânını ziyaret ettim.
Bunları eve getirdim ve atölyemdeki radyomun yanında duran büyük, şeffaf bir kavanozun içine hepsini doldurdum.
O günden sonra, her cumartesi kavanozdan bir tane aldım.
Misketlerin azaldığını gördükçe, hayatımdaki önemli şeyleri daha fazla düşünmeye başlamıştım.
Anladım ki, dünyadaki zamanımın akıp gittiğini seyretmek kadar önceliklerimi düzene koymama hiçbir şey yardım edemez.”
Yaşlı adamın anlattıkları öylesine etkiliydi ki, genç işadamı âdetâ dünyadan kopmuş, radyoya kilitlenmisti.
Yaşlı adam şu cümlelerle konuşmasını tamamladı:
“Programı kapatmadan önce şimdi size son birsey daha anlatacağım.
Bu sabah kavanozun içindeki son misketi de aldım.
Eğer önümüzdeki cumartesiye kadar yaşarsam, bana biraz daha zaman verilmiş olacak.
Unutmayın, hepinizin kullanabileceği en önemli şey, biraz daha fazla zamandır…”
***
BEŞ TOP…..
Hayat; havaya attığımız, beş topla oynanan bir oyundur.
Bu toplardan sadece bir tanesi lastik, Diğer 4 top ise camdandır.
Bu toplar; İşimizi, Ailemizi, Sağlığımızı, Dostluklarımızı ve Benliğimizi temsil etmektedir.
Belirttiğim gibi bu 5 top içinde, Bir tek, işimiz lastik bir toptur.
Düşürürsek zıplatabiliriz.
Ancak diğer 4 top camdan yapıldığından düşerse kırılır, yerine konulamazlar.
Bunu fark etmeli ve hayatımızı bu dengeye göre kurmalıyız
Oysa hepimiz o lastik topu tutabilmek uğruna, diğerlerini kırıp dökmez miyiz?
Dostlarınızı, çantada keklik sanmayın.
Sıkıca asılın onlara, tıpkı hayata asıldığınız gibi…
Çünkü onlarsız hayat da anlamsızdır.
Hayatı, çok hızlı koşmayın
Nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın…
Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkartmayın…
DÜN TARiH OLDU…
YARIN BiR SIR…
BUGÜNÜN KIYMETiNi BiLiN…
***
KOKUŞMUŞ BİR YAPI !…
Şike soruşturması bitmeden, rating skandalı patladı..
Nereyi tutsanız elinizde kalıyor. Kokuşmuş bir yapı..
Vurgun ve soygun yapan çeteler köşe başlarını tutmuş..
Bütün bunlar olurken, fiesta, futbol, dizi filmler ve eğlence programları ile toplumun dikkatleri başka yönlere çekilmeye çalışılıyor..
Böyle bir düzen kurulmuş gidiyor..
***
SU KİRLİYSE BÜTÜN BALIKLAR ÖLÜR…
Aynı akvaryumun içerisinde yaşayan balıklar var ortada.
Su kirliyse bir tanesinin ölmesi bir şey ifade etmez, diğerleri de ölecektir.
Suyun kirliliğini ortadan kaldırmak lazım.
***
DEMİR AĞLARLA ÖRDÜK ANA YURDU DÖRT BAŞTAN!..
Türk’üm, doğruyum!..
“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım”;
“Varlığım Türk varlığına armağan olsun”;
“Ne mutlu Türk’üm diyene”;
“Türk öğün, çalış, güven”!…
Benim çocukluk yıllarımda Türk eğitim sistemi, bunlara benzer sloganlar çerçevesinde bir hayat nizamı kurmaya çalışırdı.
Bu yüzden sloganlar ve şiirler, hayatımızın vazgeçilmezleriydi.
“Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan” derken şişinir, gerçek olup olmadığını sorgulamayı bile akıl edemezdik.
Ama rahmetli babam, belli ki, sloganlarla şiirler arasında yaşamıyor, hayatın gerçekleriyle ilgileniyordu.
Nihayet bir gün dayanamadı: “Nereyi örmüşsünüz?” diye soruverdi.
“Örmedik mi?..” dedim hayretle.
“Örmediniz. Sadece Ankara-Sivas arasına bir demir yolu yaptınız.
Senin kitaplarının ‘Kızıl Sultan’ dediği Abdülhamid ise İstanbul’dan Medine’ye ve Bosna’ya demiryolu hattı döşedi, ona neden şiir okumuyorsun?”
Şaşkın şaşkın baka kaldım.
Sonra odama koşup haritaya baktım: Ankara-Sivas arası kısacıktı, oysa İstanbul Medine arası çok uzun bir yoldu.
Sloganlarla gerçekler arasındaki farkı, o gün keşfettim.
Ve o gün, birilerinin beni kandırmaya çalıştığını fark ettim.
Bir gün de, “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” diye dolanırken, babam, başını kitaptan kaldırdı, derin derin baktıktan sonra şöyle bir soru sordu:
“Ben Laz’ım, tembel miyim yani, yalancı mıyım?”
Sonra her insanın yanlışları ve doğruları olabileceğini, bir milletin ne tamamen yanlış, ne de tamamen doğru olamayacağını anlattı.
Hele “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye coşkuyla bağırdığım gün, “Allah’ın armağanı olan varlığımız, ancak Allah’a armağan edilebilir” deyişini unutamıyorum.
İyi ki o benim babamdı!
Yoksa bizim kuşağın milyonlarca mensubu gibi yitip gidebilirdim.
***
Eğer söylenecek sözünüz varsa ekleyin..
Eğer söylenecek sözünüz yoksa sözleri okuyun..
Okumaya da zamanım yok diyorsanız..
O zaman PAYLAŞ ın birileri mutlaka okur…
HALUK CANGÖKÇE…17 ARALIK 2011
YASAL UYARI : Bu sitenin tüm hakları Haluk Cangökçe’ye aittir. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Çeşitli Makale ve Yazılarım için:
http://www.turklider.org/TR/DesktopDefault.aspx?tabid=1583 da ” Haluk Cangökçe Gözüyle”