BİZİM ZAMANIMIZDA – AŞK…
Eskiden ilk aşkımızı yüreğimizde besler gözlerimizle yaşar tatlı sözlerimizle onu yüceltirdik…
Anlatacağımız her kelimeyi usulca seçer defalarca tekrarlar öyle heyecanla mektuplara yazardık…
Postacımız vardı hergün postacı geliyor diye umutla onu beklerdik…
Yüreğimizden akanları şiir gibi mektup yapar cevabını şimdiden özler öyle yollardık…
Pencerelerde ve okul yollarında günlerce gelecek postacımızı bin bir gözle beklerdik…
Gelen mektuplarımızı heyecanla okur onları kitaplarımızda saklardık…
Her gece uyumadan sevgilimizi hayal eder mektubunu özlemle okurduk…
Bizim resimli mektup kâğıtlarımız vardı kalplerden ve güllerden işlemeliydi…
Yazdığımız her sözün altında kalplerimizi çizer adlarımızın ilk harflerini okların ucuna yazardık…
Renkli kalemlerden aşkımızı anlatan resimler çizerdik çizdiklerimizde bulaşacağımız anı anlatırdık…
İlk buluşmalarımızda birbirimizden çekinerek birbirimizle işaretlerle konuşurduk…
Bakıştığımızda heyecanımız yüzümüze allardan oluşur gözlerimiz parlar yüreğimiz küt küt atardı…
Göz göze geldiğimizde ellerimiz titrer ayaklarımız dolanır dilimiz sık sık takılırdı…
Seni seviyorum diyebilmek için yüzümüzü ellerimizle örter sesimizi utancımızdan kısar başımızı usulca öne eğerdik…
Sevdiğimizin elini tutmak için binbir hayal eder bir türlü bunu yapamazdık ve elini tutma hayalini bir sonraki buluşmamıza umutla ertelerdik
Eskiden sevdiğimize hediye almak çok anlamı çok değeri çok da kalıcı hatırı vardı…
Yağmurda sokakta ıslanır soğukta ayaklarımız donar ama yüreğimiz hep sıcak kalırdı…
Sahilde elele aşkımızla yürümeyi ormanda saklambaç oynamayı beni yakalayamazsını tertemiz duygularımızla yaşardık…
Ruhumuzu okşayan sevgimiz varlığımızı besleyen saygımız ve tükenmeyen heyecanımızı aşk yollarına seren hikâyelerimiz vardı…
Eskiden aşklar kutsaldı efsaneydi ve edebiyattı…
Bir tutam huzur sonsuz bir güven ve adını koyamadığımız saygılarla doluydu…
Elini tuttuğumuz saçlarını okşadığımız ve dudaklarını öptüğümüz kişi bizim namusumuz eşimiz olurdu…
Ya sevgimizi saygımızla besleyeceğiz ya besleyemediğimiz sevgimize saygı beklemeyeceğiz…
*****
KONUŞMAK VE SUSMAK!…
Hayat susarak güzel olsaydı, ağzımı bağlar ölünceye kadar susardım.
Hayatta konuşarak mutlu olsaydık mutluluktan bıkana kadar konuşurdum ama hayat öyle bişey ki;
Sustuğunda konuşmadın diye pişman eder, konuştuğunda ise susmadın diye kahreder…
***
İNSAN!…
3 çeşit insan vardır.
Kimi ekmek gibidir, her aradığında bulursun…
Kimi ilâç gibidir, ihtiyacın olduğunda ararsın ama, bulamayabilirsin…
Kimi de mikrop gibidir. Sen aramasan da olur, çünkü o seni her zaman bulur…
***
EN GICIK OLDUĞUM TİPLER!…
En gıcık olduğum şeylerden biridir..
Laik kesim (özellikle kökten laik olanlar) önce laiklik konusundaki hassasiyetlerini dile getirirler..,
‘Laik yaşayıp, laik ölmenin muasır medeniyetler seviyesinin bir hasleti’ olduğunu savunurlar…,
‘Laik olmak adam olmaktır..’ teranesiyle noktayı koyduktan sonra sıra, Müslüman köklere atıf yapmaya gelir…
‘Din düşmanı yaftası’ yapıştırılmasın..’ diye hep o klişe argümanı kullanırlar…
Benim babaannem de başörtülüydü… Kur’an-ı Kerim okurdu.. Bana ‘Kulhü’ öğretmişti!..
Ya da…
Benim dedem var ya, çok büyük hocaymış, hacıymış, allame-i cihanmış!…
Amcam hafızmış, teyzem fevkalade dindarmış, falanmış, filanmış…
Ben de küçükken Kur’an kursuna gittim… Şu kadar namaz kıldım…vs,
Anlatır dururlar… ( Ne hikmetse bu ‘kökten laik’ zevâtın sülalesi şeriatçı olur!.. Bunlar nereden çıkmışsa !!..)
Bunun tam tersi olmaz ama… Yani kendisi direkt laik olmayıp, laikliği akrabadan menkûl mütedeyyin göremezsiniz!.
Örneğin siz hiç şöyle söyleyen birini duydunuz mu?…
‘Bakmayın benim böyle sakallı hacı olduğuma..’, ya da ‘bakmayın siz benim tesettürlü olduğuma..’, benim babaannem var ya acayip laikmiş!..Balolardan çıkmazmış!.. Hatta plajda üstsüz güneşlenirmiş!! Dedikleri pek nadirdir!…
***
HER ŞEY FANİ…
Hiçbir yaratık, ‘sonsuzadek’likle tahkim ve teçhiz edilmiş/edilebilmiş değil.
Her şey fani…
Zaman fani, zemin fani, kin ve ihtiras fani, sultanlıkla cumhuriyetler fani,
Servet ve zenginlik, güç ve kuvvetle birlikte makam ve mansıplar da fani…
***
ECEL…
BİR AN GELİR Kİ NEFESİ VERİRSİN, GERİ ALAMAZSIN.
İŞTE O AN SENİN İÇİN EBEDİ HAYAT BAŞLAR.
DÜNYADA SAHİBİ OLDUĞUNU SANDIĞIN HER ŞEY VE HER SIFAT GERİDE KALIR.
O MUSALLA TAŞI ÜZERİNDE ARTIK BİR TEK SIFATIN VARDIR. ER KİŞİ YAHUT HATUN KİŞİ.
TEK BERABER GÖTÜREBİLDİĞİN YAPTIĞIN HAYIRLARDIR.
Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in şu şiiri de bize Ölüm gerçeğini hatırlatmakta dostlar..
Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?
Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse;
Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!
O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azraile hoşgeldin, diyebilmekte hüner…
Ne zaman mezarlığa gitsem, ne zaman, nerde bir mezar görsem, Yunus gelir aklıma ve aşağıdaki dizeleri dökülür dilimden;
Yalancı dünyaya konup göçenler
Ne söylerler, ne bir haber verirler
Üzerinde türlü otlar bitenler
Ne söylerler, ne bir haber verirler
Kimisinin biter üstünde otlar
Kiminin başında sıra serviler
Kimi masum, kimi güzel yiğitler
Ne söylerler, ne bir haber verirler
Toprağa karışmış nazik tenleri
Söylemeden kalmış tatlı dilleri
Gelin duadan unutman bunları
Ne söylerler, ne bir haber verirler
Yunus der ki gör takdirin işleri
Dökülmüştür kirpikleri kaşları
Başları ucunda hece taşları
Ne söylerler, ne bir haber verirler…
***
EFLATUN’A SURMUŞLAR…
Eflatun’a İki Soru Sormuşlar;
Birincisi, İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir ?
Eflatun tek tek sıralamış…
Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler,
Ne var ki çocukluklarını özlerler…
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler.
Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler.
Yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar.
Sonuçta, ne bugünü, ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecek gibi yaparlar.
Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.
Sıra gelmiş ikinci soruya; –
“Peki sen ne öneriyorsun?”
Bilge yine sıralamış,
Kimseye kendinizi “sevdirmeye” kalkmayın !
Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi “sevilmeye” bırakmaktır.
Önemli olan; hayatta,”en çok şey’e sahip olmak” değil,”en az şey”e ihtiyaç duymaktır.
***
BİRBİRİYLE ÇELİŞEN TÜRK ATASÖZLERİ….
“Akıl akıldan üstündür” / “Aklın yolu birdir”…
“Doğruyu söyleyeni, dokuz köyden kovmuşlar” / “Yalancının mumu, yatsıya kadar yanar…”
“Fazla mal göz çıkarmaz” / “Azıcık aşım, kaygısız başım”…
“Yüzü güzel olanın, huyu da güzel olur” / ‘Yüzü güzel olanı değil, huyu güzel olanı sev”…
“İyilik yap denize at” / “Merhametten maraz doğar”…
***
TÜRK İNSANININ GÜLDÜREN ANONSLARI!..
*Bizim oradaki Carrefour’un ilk açıldığı sıralar, mağazada anlık indirim duyurularını anons eden kişi şöyle diyordu:
“Pantolonları indirdik, orta reyonda sizleri bekliyoruz.”
*Göstermelik…
Birkaç gün önce trafiğin çok işlek olmadığı bir yerde normal olarak kırmızı ışıkta durdum.
O an arkama yanaşan trafik polisinin anonsunu aynen aktarıyorum: ’06 XXX… devam et, devam et. Sanki biz olmasak duracaksın.’
*Bir teyzemiz yayalara kırmızı yanmasına rağmen karşıdan karşıya geçmeye çalışırken, 10 metre öteden megafon sesi gelir polisten,
”Abla, zaten şişmansın bir de pişman olma!”
***
ÇOĞUNLUK VE AZINLIK…..
Anadolu’nun orta halli bir kasabasından 40-50 kadar kişi, yakındaki büyük kente alışverişe gitmiş.
Hayvanlara yüklemişler nohutu, buğdayı; onları satıp kumaşlar, tencereler almışlar.
Dönüşte 3 kişi, kervanın yolunu kesmiş, çekmiş silahı,
”Yatın, kıpırdamayın” derken hepsini soymuş, yarı çıplak yollamış.
Kasabanın girişinde durumu görenler şaşırmışlar, sormuşlar:
– Ne oldu size, ne bu haliniz?
Soyulduk, yanıtı alanlar yüklenmişler:
”Kim soydu, nerede soydu, kaç kişiydi?”
İçlerinden biri durumu özetlemiş:
”Onlar 3 kişi beraberdi, biz 40 kişi yalnızdık!”
Sonuç: ÖRGÜTLÜ AZINLIK, ÖRGÜTSÜZ ÇOĞUNLUĞU HER ZAMAN YENER..
***
GÜZEL SÖZLER…
İnsanı okumak kitap okumaktan daha zordur, ama daha gereklidir…
Kendiniz bir konuyu çok iyi anlamadıkça, başkalarına anlatmaya kalkışmayın…
Yarı aydınlar bilgisizlerden daha tehlikelidir…
Her aptal kendini beğenen başka birkaç aptal bulabilir, ama bu onun “değerli” olduğunu göstermez…(Boileau)
Hiç kimse başarı merdivenlerini elleri cebinde tırmanmaz…
Her bildiğinizi söylemeyin, ama her söylediğinizi bilerek söyleyin…
Hayat bir prova değildir, hiçbir şekilde bir tekrarı daha yoktur…
Yürek penceresinin camlarını kirletmiş olanlar hayatın temiz ve duru yönlerini keşfedemezler. Hayatı temiz ve duru yönleriyle de görmek için, yürek pencerenizin camlarını sevgiyle yıkamanız gerekir…
Mutlu olmanın yollarından biri isteklerinizi azaltmak, olmazsa imkânlarınızı artırmaktır…
Bugün “dert” sandığınız dertlerinizi bile unutturacak olumsuz bir tablo ile her an karşılaşabilirsiniz. Unutmayın: Şu an enkaz altında yaşama mücadelesi veriyor olabilirdiniz…
*********************************************
Hayat susarak güzel olsaydı, ağzımı bağlar ölünceye kadar susardım.
Hayatta konuşarak mutlu olsaydık mutluluktan bıkana kadar konuşurdum ama hayat öyle bişey ki;
Sustuğunda konuşmadın diye pişman eder, konuştuğunda ise susmadın diye kahreder…(Haluk Cangökçe
Eğer söylenecek sözünüz varsa ekleyin..
Eğer söylenecek sözünüz yoksa sözleri okuyun..
Okumaya da zamanım yok diyorsanız..
O zaman PAYLAŞ ın birileri mutlaka okur..
YASAL UYARI : Bu sitenin tüm hakları Haluk Cangökçe’ye aittir. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
HALUK CANGÖKÇE…19 ARALIK 2011
Çeşitli Makale ve Yazılarım için:
http://www.turklider.org/TR/DesktopDefault.aspx?tabid=1583 da ” Haluk Cangökçe Gözüyle”