“Eski Türkiye” denildiğinde kimi gözleri dolu dolu bakar, kimi de nostalji diye önüne koyulan tabağı sorgusuz yutar. Oysa hafıza, hatırladığını parlatır; unuttuğunu karartır. Hatırlamak zor, yüzleşmek daha zordur. “Vatan borcu” diye askere alınan on binlerce er ve erbaş, içsin içmesin, günlük yarım paket filtresiz sigarayı mecburen aldı. Ne devri vardı ne reddi. Sağlık mı? Kimsenin umurunda değildi. Bir ülke düşünün: Kendi askerini, daha yirmili yaşlarında alışkanlığa mahkûm eden bir düzeni yıllarca sürdürdü. Bunun adına da “devlet ciddiyeti” dendi. Bir ülke düşünün: Bir ülke düşünün: Ve bugün… Bir avuç mutlu azınlığın refahı, Geniş halk kitlelerinin sükûnetle kabullendiği sefalet, Devlete itirazın “suç”, susmanın “erdem” sayıldığı bir dönemdir. Asıl acı olan şudur: Bugün hâlâ, o günlere dönmek için her fırsatta dümenin başına geçmeye çalışanlar var. Aynı kibir, aynı hoyratlık, aynı halktan kopukluk… Mesele dünle kavga etmek değil; dünü kutsallaştırmadan doğru okumaktır. Çünkü geçmişle yüzleşmeyen toplumlar, geleceği hep başkalarının yazmasına razı olur.
Ankara 26.12.2025ESKİ TÜRKİYE EFSANESİ VE HAFIZA KAYBI
Halkın ne içeceğine, ne giyeceğine, ne okuyacağına devlet karar verir.
Köyünde inek var, ahır dolu; ama çocuğa Amerikan süt tozu içirilir.
Zeytin ağacı kesilir, halk margarine mecbur bırakılır.
Kütüphanedeki kitabı, dedesinin mezar taşını, kendi tarihini okuyamaz hâle getirilir.
Eskiye ait ne varsa “geri”, “tehlikeli”, “düşman” ilan edilir.
Dilinden koparılır, hafızası budanır, geçmişiyle kavga ettirilir.
Sonra da bu kopuşa “ilerleme” denir.
O günleri yaşamamış ya da yaşamış ama bedelini başkalarına ödetmiş bir kesim, çıkıp “Eski Türkiye” güzellemesi yapar. Oysa eski Türkiye;
Bu ülkede dedesinin mezar taşını okuyamayan bir nesil yetişti. Bu, dünyada övünülecek bir rekor değildir; ağır bir medeniyet kırılmasıdır.
İsimler değişir, niyet değişmez.