GÜNDEM ÇORBASI (26. OCAK. 2012)

Perşembe, Ocak, 2012
630
Ana Sayfa ·Güncel Forum ·GÜNDEM ÇORBASI (26. OCAK. 2012)

26 OCAK’DA DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE YAŞANAN OLAYLAR…

HAZIRLAYAN: HALUK CANGÖKÇE

BUGÜN (26 Ocak 2012)
26 Ocak Gregorian Takvimine göre yılın 26. günüdür. Sonraki sene için 339 gün var ( Artık yıllarda 340).

26 OCAK’DA DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE NELER OLDU ?…

1531 – Lizbon’da (Portekiz) şiddetli deprem; binlerce kişi öldü.
1699 – Osmanlı Devleti İlk Kez Toprak Kaybetti  Karlofça Antlaşması’nı imzaladı. (Osmanlı ordularının 1683 Viyana yenilgisinin ardından cesaretleri artan Avrupa’nın beş devleti (Avusturya, Lehistan, Venedik, Rusya ve Malta) kutsal ittifak oluşturup Osmanlı Devletine savaş açtılar. 1448 II.Kosova yenilgisinden beri Avrupa Devletleri bir araya gelerek Osmanlı Devleti’ne karşı  Haçlı Seferi düzenlemeye cesaret edemiyorlardı. Bu savaş tam 16 yıl sürdü. Sonunda 26 Ocak 1699’da Karlofça Antlaşması imzalanarak savaşa son verildi. Osmanlı Devleti Avrupa topraklarından bir kısmını bırakmak zorunda kaldı. Bu antlaşma ile İlk kez toprak batı yönünde toprak kaybetti.)
1785 – Benjamin Franklin, kızına yazdığı mektupta Amerika Birleşik Devletleri’nin sembolü olarak kartalın seçilmesinden dolayı duyduğu hayal kırıklığını dile getirdi. Kendisi hindiyi düşünüyormuş.
1878 – Rus Orduları Başkumandanı Edirne’ye Geldi (18777-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında Edirne Rusların eline geçti. Bu olaydan altı gün sonra yani 26 Ocak 1878’de Rus orduları başkumandanı Grandük Nikola Edirne’ye geldi. Aynı tarihte Dimetoka ve Uzunköprü’de Rus kuvvetleri tarafından işgal edildi.)
1911 – Pilot Glenn H. Curtiss ilk deniz uçağını uçurdu.
1926 – Televizyonun icadı
1944 – II. Dünya savaşı sırasında Sovyetler birliği topraklarına giren Alman ordusu ağır kış şartlarına rağmen uzun süre savaşmayı sürdürdü. Öyleki Almanların Leningrad kuşatması
1941 başladı ve yaklaşık 900 gün devam etti. Ancak Ruslar Leningrad kuşatması boyunca açlıktan ölen 1.5 milyon insana rağmen şehirlerini Almanlara bırakmadılar.
1948 – Mili Mücadele Liderlerinden Kazım Karabekir Vefat Etti (Kazım Karabekir Milli Mücadelenin önemli komutanlarındandır. Erzurum’da bulunan 15. Kolordu komutanı iken Mustafa Kemal’i tutuklama emrine karşılık o ‘’Ben ve kolordum emrinizdeyim paşam’’diyerek Mustafa Kemal’e destek vermeyi tercih etmiştir. Milli Mücadele döneminde doğu Cephesi Komutanlığı yapmış ve Ermeni işgalcileri Doğu Anadolu’dan atmıştır. Kurtuluş savaşı sonrası Mustafa Kemal ile görüş ayrılığına düşmüş Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının başkanı iken partisi kapatılmış ve siyaset yasağı getirilmiştir. İzmir Suikasti davasında İstiklal mahkemesinde yargılanmış ve beraat etmiştir. TBMM başkanı iken 66 yaşında 26 Ocak 1948’de Ankara’da vefat etmiştir)
1948 – Milli Korunma Mahkemeleri kaldırıldı.
1950 – Hindistan anayasası kabul edildi.Cumhuriyet ilan edildi. Dünyanın en kalabalık demokrasisi kuruldu.
1962 – Ay’a bilimsel cihazlar götürmek üzere üzere fırlatılan Ranger 3 uydusu Ay’ın ancak 35.000 km kadar uzağından geçebildi.
1963 – Hürriyet gazetesi muhabiri Yüksel Kasapbaşı, foto muhabiri Abidin Behpur ve şoför Yüksel Öztürk göreve giderken donarak öldüler.
1970 – Necmettin Erbakan ve 17 arkadaşı Milli Nizam Partisi’ni kurdu.
1972 – Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam dosyası Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderildi.
1974 – Bülent Ecevit başkanlığında Cumhuriyet Halk Partisi – Milli Selamet Partisi koalisyon hükümeti göreve başladı. (Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit’in başbakanlığında CHP-MSP koalisyonu ile Türkiye Cumhuriyeti’nin 37. Hükümeti kuruldu. Necmettin Erbakan Devlet Bakanı Ve Başbakan Yardımcılığı görevini üstlenmiştir. Bu dönemin en önemli icraatı 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve siyasi suçlulara yönelik af çıkarılmasıdır. Bu koalisyonun ömrü oldukça kısa olmuş ve Kasım 1974’te sona ermiştir)…
1974 – İstanbul seferini yapmak üzeri İzmir Cuma ovası Havaalanı’ndan kalkan, THY’ye ait F-28 tipi yolcu Van isimli yolcu uçağı kalkıştan bir süre sonra sol kanadı ve burnu üzerine  pistin 100 metre kadar ilerisine çakılıp yandı. Kazada 63 yolcu hayatını kaybetti.
1976 – İstanbul’da yumurtanın tanesi 165 Kuruş’a çıktı.
1979 – TBMM’de bütçe 420 milyar lira olarak kabul edildi.
1986 – Halley kuyruklu yıldızı gece görünür konumda. Güneş etrafında 76 yıl süren bir turunu tamamlıyor.
2001 – Gujarat’da (Hindistan) deprem: 20.000 den fazla kişi öldü. 33 bin kişi yaralandı..
2008 – Ümraniye’de ele geçirilen patlayıcılarla ilgili soruşturma kapsamında mahkemeye sevk edilen emekli Tuğgeneral Veli Küçük, emekli Kurmay Albay Mehmet Fikri Karadağ, Susurluk Davası hükümlüsü Sami Hoştan, avukat Kemal Kerinçsiz, Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın ve Halkla İlişkiler Sözcüsü Sevgi Erenerol, Hüseyin Görüm, Hüseyin Gazi Oğuz ve Oğuz Alparslan Abdülkadir tutuklandı.

***

BENİM ÇOCUKLUĞUMDA..
Geçmişe ait özlemlerimiz oluyor mutlaka zaman zaman.
Bilirsiniz, özellikle “eski Ramazanlar” diye sıkça duyarız kurulan cümleleri…
Eskinin tadı mı başkaydı, yoksa insanlar yaşadıklarından tat almayı mı biliyorlardı orası meçhul..
Ama eskiye dair kuracağım bir cümle var ki, özlemleri barındırır içinde…
“Benim çocukluğumda” diye başlayan cümleleri sıkça tekrarlanıyor dudaklarım…
O günlerin sıcaklığını, saflığını, temizliğini özlüyorum ben…
Benim çocukluğumda, mahallede tüm arkadaşlar toplanır 15-20 kişi yakan top oynardık.
Erkeklerin futbol maçlarına iştirak eder, sadece kalede değil forvet de olur goller atardık..
Bisikletimize sabah 8’de biner, öğlen karnımız acıkırsa ancak eve uğrardık.
Ancak giderken hangi mevkiye gittiğimizi mutlaka babamıza söyler, onu da merakta bırakmazdık.
Akşam ezanı ile en geç eve girmek şarttı ama..
Kuralımız böyleydi. Evimizin önünde küçücük bedenime tezat koskocaman bir cami, göklere uzanan bir de minaresi vardı.
Minareden yükselen ezan sesi, eve gir zili gibiydi çocuk aklımca.
Akşam yemeklerinde tüm aile birlikte masaya oturur, yemekler yerdik.
Yemek faslı bitip ‘de ajans* bittikten sonra, yaz günleri kamelyamıza çıkar otururduk.
Tüm komşular birbirine güvenir, evini çocuğunu birbirine emanet edebilirdi.
Birinin evinde olmayan diğeriyle paylaşılır, birinin evinde pişen diğeriyle bölüşülürdü gönüllülük dairesinde..
Benim çocukluğumda misketler vardı rengarenk. Ceplerimiz şişene kadar doldururduk misketle.
Birbirimizi “üter”, ertesi gün “ütüleceğimizi” de bilirdik…
Ağaç tepelerinde gezinirken kolumuzu bacağımızı çizdirsek de aldırış etmez, en tepedeki en kırmızı kiraza ilk ulaşan olmak için yarışa girerdik.
Çamurdan fırınlar yapar, içinde patates pişirirdik…
Benim çocukluğumda biz, güvenle, doya doya, ve gerçek kişilerle oynayabilirdik…
Şimdi misketlerin yerini tasolar, istopların yerini bilgisayar başı oyunlar aldı..
Artık arkadaşlarını bile sanaldan buluyor yavrular…

***

TARİHTEN BİR YAPRAK…

BOYNUMUZUN BORCU !…
Antepe önce, 17 Aralık 1918’de İngilizler girer; bir yıl sonraysa Fransızlarla Ermeni çeteciler gelir, İngilizlerden devralır kentin anahtarlarını.
Hem Fransız hem de yardakçısı çeteler acımasızca, anlamsızca ve salt öldürmek, yok etmek için saldırır bu 83 bin nüfuslu Osmanlı liva merkezine.
Ve 1920 yılının başında ünlü Antep savunması başlar. Fransız topçusuyla piyadesi 70 bin mermi sıkar, 6 bin 317 kişiyi öldürür, evleri yakıp yıkar.
Ama ölümüne direnir yiğit Antep halkı ve TBMM ‘den Gazi ünvanını alır.
Son Fransız askeri 25 Aralık 1921’de yapılan Ankara Antlaşması’yla ayrılır kentten. Unutmadan, çarpışmalarda gösterilen başarılarından dolayı TBMM Maraş’a da Kahraman ünvanını vermiştir.

Şimdilerde, Gaziantepliler bir Soykırım Heykeli dikme girişimi başlattı. Hiç kuşkusuz buna Maraş da katılacaktır. Hatta Urfa’yla Kilis de. Bu illerde Fransız hunharlığıyla Ermeni çetecilerin sivil halka uyguladığı kıyım ve acımasızlık öyle unutulacak işlerden değil. Bu nedenle,
Napolyon’dan bu yana bir başına savaş kazanmamış, İngiliz’in ya da Amerika’nın kanadı altına sığınarak, iki dünya savaşında da galiplerle birlikte saf tutmuş, demokrasi havarisi kesilmeye pek bir meraklı ama sömürgeciliğin en acımasız örneklerini sergilemiş,
Emil Zola’nın tanımladığı gibi, ödlekliğini hep milliyetçilik ve ırkçılıkla maskelemeye soyunmuş Fransız’a anladığı dilden, yani Soykırım Heykeli’ni dikerek yanıt vermek boynumuzun borcudur.

“Eğer dünya, tek bir ülkeden oluşsaydı, sanayisi Almanlardan, ordusu Türklerden, fahişesi Fransızlardan olurdu!”…(Hitler)

***

BİZ DE MİLLETİN GELİRİ “PİRE”, MİLLETVEKİLİNİN MAAŞI “DEVE”DİR !…
Maaşlarına yaptıkları zammı savunan milletvekilleri, “Biz SSK, Bağkur emeklileri gibi olamayız; halktan biri gibi yaşayamayız” diyerek bırakın cumhurbaşkanının cumhur gibi yaşamasını, milletvekillerinin de millet gibi yaşayamayacağını ifade ettiler..
Artık ülkemizde cumhur gibi yaşamayan cumhurbaşkanı devri de, millet gibi yaşamayan milletvekili devri de son bulmalı!
Cumhur gibi yaşamayan cumhurbaşkanı, millet gibi yaşamayan milletvekili olmamalı!
Bu anlayış milletvekillerinin işine gelmiyor.
Milletvekilleri “Biz diğer emekliler gibi olamayız; halktan biri gibi yaşayamayız” diyerek bu anlayışa itiraz ediyor.
Sırf bu bile milletvekillerinin kendilerini milletten ne kadar üstün gördüklerini gösteriyor.
Oysa millet asildir; onlar vekildir. Vekilin kendisini asilden üstün gördüğü bu zihniyet tarihin çöp sepetine gönderilmelidir!
Maalesef ülkemizde yüksek makamlardaki, yüksek rütbelerdeki devlet yöneticileri de kendilerini milletten üstün görürler.
Bunlar kendilerini milletin hizmetkarı gibi görmezler, milleti kendilerinin hizmetkarı gibi görürler.
Milletten kopuk bir hayat sürerler. Bırakın görevdeyken, emekli olduklarında bile saray gibi, köşk gibi mekanlarda oturup dünyanın en pahalı araçlarına binerler. Şu fakir milletten kesilen vergilerle dünya zenginleri gibi yaşamayı marifet bilirler.
Böyle gelmiş böyle gidecek midir? Ülkemize millet gibi yaşayan yöneticiler gelmeyecek midir?
Artık bizde de cumhur gibi yaşamayan cumhurbaşkanı, millet gibi yaşamayan da milletvekili olmamalıdır!
Dünyanın birçok ülkesinde milletvekili emekliliği söz konusu değildir.
Çünkü milletvekilliği bir meslek değil bir hizmet olarak kabul edilmektedir.
Meslek olarak kabul edilmediği için de emekliliği söz konusu olmuyor. Oysa bizde iki yıl milletvekilliği yapanlar, milletvekili emeklisi olup kıyak maaş almak istiyor.
Hiçbir konuda işbirliği yapmayıp da sadece kendi menfaatleri için işbirliği yapan milletvekilleri sanki Türkiye Büyük Menfaat Meclisi’nin üyeleri gibi hareket ediyor!
Maaşları, emeklilikleri bir yana, zaten milletvekilleri sağlık harcamaları gibi birçok konuda milletin sahip olmadığı ayrıcalıklara sahiptir. Örneğin milletvekillerinin kalbine takılan ithal stent devlet tarafından karşılanırken, millet bunun bedelini ödemektedir.
Ayrıca milletvekilleri ve yakınlarının yurt dışı sağlık harcamaları her geçen yıl daha da yükselmektedir.
2011 yılında milletvekilleri ve yakınlarının yurt dışı sağlık harcamaları için bütçeye konulan 60.2 trilyon yetmediğinden, 2012 yılı için bu rakam 68.5 trilyona yükseltilmiştir.
Bunlar gibi daha başka ayrıcalıklara da sahip olan milletvekillerimiz, ayrıca 5 yıldızlı hizmet veren Meclis lokantasında bedava denebilecek fiyatlara yemek yemektedir.
Meclis lokantasında bedava denebilecek fiyatlara yemek yenebilirken, CHP milletvekili Ahmet Toptaş’ın “Parasızlıktan bir haftadır et yemedim; ete hasret kaldım” demesi milletle alay etmek değil midir?

Bizde milletin geliri pire, milletvekillerinin maaşı ise devedir!

***

ASKERLİK (MİLLİ GÜVENLİK) DERSİ!…
Eğitim öğretimdeki resmi ideolojik şartlandırmalar içerisinde yaşadığımız en sıkıntılı alanlardan bir de ‘milli güvenlik dersi’ydi.
Nihayet gerek içerik gerekse işleyiş açısından tam bir zorbalık timsali olan milli güvenlik bilgisi dersi müfredattan kaldırıldı.
Çünkü mevcut haliyle Millî Güvenlik dersleri, sivil okullarda gerekli olan bir ders değildi. Hele hele bu dersin, asker kişilerce ve resmî kıyafetli ‘komutan’larca verilmesi yanlış üstü yanlıştı.
Bütün öğrenciler askeri bir disiplini içselleştirmek üzere dar bir kulvarda yarıştırılıyordu.
6-17 yaş grubundaki çocuklara doğru bilgi ve güzel ahlaki vasıflar kazandırmayı değil her şeyden önce resmi ideolojiye kurşun askerler yetiştirmeyi hedefleyen sakat bir eğitim modeliydi..
GÜÇLÜ ORDU, GÜÇLÜ TÜRKİYE…
Bir zamanlar, “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye” yazan afişlerle donatmıştı ülke.
Bu düpedüz yanlış bir slogandı. Çünkü ancak (ekonomisi) güçlü ülkenin, güçlü bir ordusu ile olabilirdi.
Tarih bunun örnekleriyle dolu.
Peki, yanlışlığı apaçık olan bu sloganı TSK niye kullanılıyordu?
Çünkü asıl amaç, “Askerler, sivillerden önemlidir” mesajını toplumun bilinçaltına yerleştirmekti: “Askerini sev, askerini say, askerin dediği doğrudur, asker para istediğinde asla geri çevirme, asker darbe yapmaya kalkışırsa karşı çıkma…”
Eğer gerçekten demokratikleşmek istiyorsak…
Türk militarizmini sorgulayacak kafalara ihtiyacımız var.
O halde milli güvenlik derslerini kaldırmak, “yetmez ama evet” pozisyonudur.

***

DİKTATÖR SEVİCİLER !…
Vesayet rejiminin yıkılması için atılan her adımı, darbe teşebbüsü içinde olanlarla ilgili başlayan soruşturmaları, Gladyo yapılanmasının Türkiye ayağı olan Ergenekon’un üzerine gidilmesini, bu çerçevede tutuklamalar olmasını hep “Türkiye’de sivil dikta kuruluyor” diye savundular.
Topraktan fışkıran silah ve patlayıcılar, darbe hazırlığının ses kayıtları, binlerce belgesi gibi ne kadar delil ortaya koyarsanız koyun, hiç umurlarında olmadı.
Sivil dikta diye bir kavram ürettiler ve buna deli gibi sarıldılar.

***

BU LİMON DİŞİ Mİ, ERKEK Mİ ?…
İstanbul Barosu, staj yapan avukat hanımların “uymaları gereken kılık kıyafet kurallarını” açıklamış.
Türban ve başörtüsü ile duruşmalara girmek yasakmış….
Baro, kızların açılmalarını istemiyor ama pek fazla kapanmalarını da istemiyor. “Ortadan” olacak, 1930 modeli.
Genç avukat kızlarımız, duruşmaya girebilirler ama ağabeylerinin amcalarının yazıhanesine türbanlı giremeyecekler.
Bu kafa, avukat yazıhanesiyle askeri okulu ya da orduevini karıştıran kafadır.
İstanbul Barosu daha önce de “rengini belli etmişti” tabii…
Gazetelere yarım sayfa ilan verdiler ve yeni bir anayasa istemediklerini açık seçik belirttiler.
Eh, ne dersiniz, genç avukat kızlarımızın başı açık olsun mu, olmasın mı?
Eşref Şefik pazardan limon alacakmış, sormuş: “Bu limon dişi midir?” Pazarcı demiş ki: “Hemşerim, sıkacak mısın, si…..n?”
Yüzlerce davada yargılanmış, kimisinde aklanmış, kimisinde hüküm giymiş “eski ve gedikli bir sanık” olarak ben de açık seçik söyleyeyim efendim:
Avukat hanımın kafasının dışı değil, içidir önemli olan.
Ferhan Şensoy’un “Pardon” filmindeki gibi, duruşmaya “girmiş olmak için giren” avukat hanım istemeyiz.
Mazeret dilekçesi, mehil isteme, birinci ihzar, ikinci ihzar, keşif yaptırma, mahkeme kaleminden dosya çıkarttırma falan filan, biz de biliriz bütün bu numaraları, iş başa düşerse kendimiz de yürütebiliriz.
Bana, beni kurtaracak avukat lazım! Haklı olduğum zaman da hakkımı koparıp alacak…
Bazı ünlü sahtekârların yaptıkları gibi, sıkıştığı zaman “bu davada Atatürk yargılanıyor sayın yargıç” diye cüppeyi atıp duruşmadan kaçacak avukat değil.
En bir Atatürkçü avukatın vekâletiyle hüküm giymektense, kara çarşaflı tarafından beraatimin sağlanmasını tercih ederim.
Beni güzellik kraliçesi mahkûm ettireceğine, dünyanın en tapon, en gudubet kadını aklatsın.
Saçına başına bakmayız, hukuk bilgisine ve becerisine bakarız.

Alıntı: Engin Ardıç

***

UĞUR DÜNDAR / MÜJDAT GEZEN PARTİSİ !…
Televizyon ekranı bir garip yer.
Yaşar Nuri Öztürk ekranlarda parladı, parlatıldı, siyasete girdi, milletvekili seçildi, parti kurdu, şimdi ekranlarda yeniden popülerlik arıyor.
Osman Pamukoğlu, kitap yazdı, ekrana çıktı, reyting aldı, parti kurdu, şimdi yeniden çeşitli kanallarda…
Uğur Dündar’ı Habertürk’te gördüm baba olduktan sonra nasıl değiştiğini anlatıyordu. Bir başka kanalda da Müjdat Gezen demiş ki “Acaba Uğur Dündar benim yüzümden mi kovuldu?”
Bu gidişle ister misiniz Gezen ve Dündar bir parti kursunlar?

***

BATILILAŞMA !…
Batılılaşma öyle bir seldir ki, pek çok şeyi sürükleyip götürüyor.
Geriye okunmayan kitaplar, kalitesiz insanlar, çalışmayan tezgahlar, ekilmeyen topraklar kalıyor.
Basın yayında öyle korkunç erozyonlar yapılıyor ki, tarihe, millete, dine ait ne varsa alıp götürüyor, geriye körü körüne taklitçilik kalıyor.
Üç yüz senedir Avrupalı olmaya çalışanlara Avrupalılar halen gülüyor.
Her şey olmaya çalışanlar, “kendileri” olamayınca komik duruma düşüyor.

***

EKONOMI PARANIN İNSANLA DANSIDIR.
Mevsim yaz, aylardan Ağustos ayı…
Riviera kıyısında küçük bir kasaba, kasabada yaz sezonu. Ancak yağmur yağıyor yani kasaba bomboş.
Herkesin borcu var ve kredi ile yaşıyorlar.
Şans eseri bir otele, zengin bir Rus geliyor ve resepsiyona 100 $ bırakıp, odaya bakmaya çıkıyor.
Otel sahibi parayı hemen alıp, et marketine olan borcunu ödüyor.
Market sahibi 100$ kaparak, hemen toptancıya olan borcunu vermeye gidiyor.
Toptancı büyük bir sevinçle parayı alıp, kriz nedeniyle kredili hizmet veren son defa birlikte olduğu fahişeye götürüyor.
Fahişe parayı alıp aynı otele giderek oraya olan borcunu ödüyor..
Ve o anda Rus müşteri odadan geri dönüyor ve odayı beğenmediğini söyleyip 100$ parasını alarak kasabayı terk ediyor.
Rus müşterinin bu ziyaretinden somut olarak hiç para kazanan olmuyor..
Fakat tüm kasaba borçlarından kurtuluyor ve geleceğe ümitle bakıyor…!!
İşte ekonomi böyle bir şey…

***

BUNLARI BİLİYORMUSUNUZ?…
* İttihatçı zihniyetin; Osmanlı’nın yıkılışını durdurmak amacıyla yola çıkıp sekiz yıl içinde Osmanlı’nın yok oluşuna imza attıklarını..
*Yargıtay, kararı “Eşcinseller lehine” bozduğu için, bir gazetecinin “eşcinselleri” eleştirdi diye “mahkûm ”  olduğunu…
* Deniz Feneri davasının Alman İstihbaratı’nın AK Parti’yi zor durumda bırakmak için uydurduğu bir dava olduğunu, ayrıca o dönem CHP milletvekili olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun bizzat Alman İstihbarat Teşkilatı BND ile görüştüğünü ve genel başkanlığı konusunda destek aldığını”…BİLİYORMUYDUNUZ?…

***

GÜZEL SÖZLER…

YAŞAM, HAYAT VE DOST
Öyle bir yaşaki, hayat seni kıskansın.
Öyle bir sevki, ölüm sana acısın.
Öyle bir dost ol ki, dostun olmayan utansın..

İSRAFIN LÜZUMU YOK!…
Tabağına yiyebileceğin kadar yemek, hayatına sevebileceğin kadar insan al.
İsrafın lüzumu yok.
Tabaktaki fazla yemek karnını, hayatındaki fazla insan da başını ağrıtır..!

***

Hayat susarak güzel olsaydı, ağzımı bağlar ölünceye kadar susardım.
Hayatta konuşarak mutlu olsaydık mutluluktan bıkana kadar konuşurdum ama hayat öyle bişey ki;
Sustuğunda konuşmadın diye pişman eder, konuştuğunda ise susmadın diye kahreder…(Haluk Cangökçe)

Eğer söylenecek sözünüz varsa ekleyin..
Eğer söylenecek sözünüz yoksa sözleri okuyun..
Okumaya da zamanım yok diyorsanız..
O zaman PAYLAŞ ın birileri mutlaka okur…
Çeşitli Makale ve Yazılarım için:
http://www.turklider.org/TR/DesktopDefault.aspx?tabid=1583 da ” Haluk Cangökçe Gözüyle”

Araç çubuğuna atla