GÜNDEM ÇORBASI (8. ŞUBAT. 2012)…

Çarşamba, Şubat, 2012
531
Ana Sayfa ·Güncel Forum ·GÜNDEM ÇORBASI (8. ŞUBAT. 2012)…

BUGÜN (8 Şubat 2012)
8 Şubat Gregorian Takvimine göre yılın 39. günüdür. Sonraki sene için 328 gün var ( Artık yıllarda 327).

8 ŞUBAT’DA DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE NELER OLDU ?…HAZIRLAYAN : HALUK CANGÖKÇE

1640 – Bağdat Fatihi IV.Murat Vefat Etti. (Oldukça sıkıntılı bir dönemde on bir yaşında padişah oldu. saltanatının ilk yılları validesi Kösem Sultan’ın ve yeniçerilerin oluşturduğu kaos ortamıyla geçti. Yirmi yaşları civarında otoriteyi ele almayı başardı. Devleti karışıklık içerisinde bırakan tüm zorbaları ortadan kaldırdı. İçki ve tütün yasağı getirdi. Geceleri lambasız sokağa çıkma yasağı getirdi. İstanbul’da güvenliği yeniden tesis etti. Maliye konusunda tedbirler aldı.
İran seferine çıktı. Bu seferlerinde Revan ve Bağdat’ı tekrar geri aldı. Safeviler ile Kasr-ı Şirin Antlaşması yapılarak uzun süredir süren çatışmalara son verildi. Aldığı tedbirler ile devleti içeride ve dışarıda tekrar güçlü duruma getiren IV.Murat  8 Şubat 1640 yılında 28 yaşları civarında vefat etti. IV.Murat fiziki gücü ve mahir silah kullanımı ile de  tanınıyordu)…
1664 – Yeni Cami 66 Yılda Tamamlanarak İbadete Açıldı. (İstanbul’da 1597 yılında Sultan III. Murat’ın eşi Safiye Sultan’ın emriyle temeli atılan Yeni Cami ya da Valide Sultan Camii,  tam 66 yıl sonra tamamlandı. IV. Mehmet’in annesi Hatice Turhan Sultan’ın büyük çabaları ve bağışlarıyla tamamlandı ve 8 Şubat 1664’te ibadete açıldı.)
1916 – Müttefik kuvvetleri Osmanlı ordusunun Çanakkale direnişini kıramadılar. Yenilgiye uğrayarak Gelibolu yarımadasından çekilmeye başladılar. Başarısızlığı nedeniyle İngiliz Deniz Kuvvetleri komutanı Amiral Winston Churchill görevinden istifa etti.
1919 – Fransız İşgal Kuvvetleri Komutanı Beyaz Bir At İle İstanbul’a Girdi. (Fransız işgal kuvvetleri komutanı Franchet D’Esperey özel bir İstanbul’a giriş töreni düzenletti. Beyaz bir atın üzerine binmiş ve şehre Fatih Sultan Mehmet’in girdiği kapıdan azınlıkların ve İstanbul’da bulunan batılıların çılgın gösterileri arasında 8 Şubat 1919’da şehre girmiştir. Bu olay hafızalarda derin izler bırakmış ama zamanla maalesef unutulmuştur. Bkz: http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=151458&q=d%27esperey)
1935 – İlk Kadın Milletvekilleri TBMM’de .
1956 – Ekonomik sıkıntılar nedeniyle gazetelerin sayfaları 6’ya indirildi.
1984 – İthal malı ilk Mercedes Türkiye’ye getirildi.
1984 – Başbakan Turgut Özal Türk Parasını Koruma Kanunu’nun herkesin başına bela olduğunu söyledi
1994 – TEKEL ürünlerine yüzde 13.04 ile 16.67 oranlarında zam yapıldı.
2000 Danıştay 10. Dairesi, FP’den İstanbul Milletvekili seçilen Merve Safa Kavakçı’nın, ‘Türk vatandaşlığının kaybettirilmesine’ ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı’nın iptali istemini oybirliğiyle reddetti.
1904 – Japonların, Çin’in Port Arthur limanına sürpriz bir atak yapıp, Rus filosunu tahrip etmesi ve geçişine engel olması üzerine Rus-Japon Savaşı başladı.
1921 – Antep’e, TBMM tarafından “Gazi” unvanı verildi.
1922 – ABD başkanı Warren G. Harding ilk radyoyu Beyaz Saray’da tanıttı.
1924 – İdam cezası: ABD’de idam cezasını gaz kullanmak suretiyle gerçekleştiren ilk eyalet Nevada oldu.
1935 – Türkiye Büyük Millet Meclisi 5. dönem seçimleri yapıldı. Türk kadını ilk kez seçme seçilme hakkını kullandı. Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) iktidarı devam ediyor. 17 kadın milletvekili ilk defa Meclise girdi. Ara seçimlerde bu sayı 18’e ulaştı. Bu dönemde kadın milletvekillerinin meclisteki 395 milletvekiline oranı yüzde 4,5.
1956 – Gazetelerin sayfa sayısı sınırlandı; piyango ve ikramiyeler yasaklandı.
1956 – Dolandırıcılar kralı Sülün Osman Bursa’da yakalandı.
1958 – Bobby Fischer henüz 15 yaşında ve Dünya satranç şampiyonu oldu.
1969 – TRT, köye yönelik televizyon yayınlarının izlenmesi için Ankara’nın 4 köyüne televizyon izleme merkezi kurdu.
1974 – Amerikan uzay istasyonu Skylab uzayda 84 gün geçirdikten sonra dünyaya döndü.
1977 – İstanbul gazetelerinin fiyatı 2 liraya çıktı.
1983 – Cumhurbaşkanı Kenan Evren kürtajın günah olmadığını söyledi.
1989 – Boeing 707 tipi bir yolcu uçağı, Portekiz açıklarındaki Azor Adaları’nda düştü: 144 kişi öldü.
1993 – Aziz Nesin, “12 Eylül’de 5 deli kuyuya taş attı, 60 milyon insan çıkaramıyor” dedi.
1994 – TEKEL ürünlerine yüzde 13.04 ile 16.67 oranlarında zam yapıldı
2003 – İstanbul-Diyarbakır seferini yapan THY’nin RC-100 tipi uçağı Diyarbakır’a inişi sırasında düştü: 74 kişi öldü, üç kişi yaralı kurtuldu.
***

BUNLARI BİLİYORMUSUNUZ ?…
* Resmî ideoloji yüzünden, Türkiye halkının atalarının mezar taşlarını okuyamayacak kadar kara cahil kaldıklarını…
* Rusların 1878’de Yeşilköy’de karargah kurduklarını…
* Duble yolların, bölgelerine şiddet götüreceğine inanan gazetecilerin oldfuğunu!..
* Kendi ülkesini salya sümük bir ecnebî devlete şikâyet ederek şefaat dileyen muhalefet liderinin olduğunu..BİLİYORMUYDUNUZ ?…***
***

DİNDAR NESİL, DEVLETİN İŞİ!…
 Neymiş; “Hiç kimse dindar nesil yetiştirmek zorunda değil”miş!.. İsteyen, istediği şekilde yetiştirirmiş çocuğunu!..
“Devlet, bu işe niye karışır”mış!..
Tartışmayı izlerken, adeta saçımı-başımı yoldum… Öfkeyle bağırıp, “Ulan” dedim; bu ülkede “Marksist bir nesil” yetişti, “Kemalist bir gençlik” yetişti, “Maoist, Leninist ve Ateist” bir gençlik yetişti!..
Hem de bunlar; “Devlet” veya “partiler” eliyle yetişti!..
Peki, o zaman nerelerdeydiniz?..
O zaman niye “Devlet bu işe karışmasın?” demediniz?..
O zaman, niye karşı çıkmadınız?..
Şimdi kalkmış; “Dindar nesil yetiştirmek devletin görevi değil!” diyorsunuz!..
Oysa, “dindar nesil” yetiştirmek, tam da “devletin görevi”dir…
Açın, bakın “Anayasa’nın 24. Maddesi”ne… Bakın, orada ne diyor:
“Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır… Din kültürü ve ahlâk öğretimi, ilk ve orta öğretim kurullarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır!”
Demek ki, neymiş; “Dini eğitim” bir “Anayasa emri” imiş ve bu da “devlet eliyle” yapılırmış!..
O halde; Erdoğan’ın “dindar nesil” talebine niye karşı çıkıyorsunuz?..

Alıntı: Hasan Karakaya
***

MASKE !…
1 Şubat 1979, İran İslam Devrimi lideri Humeyni’nin Fransa’daki sürgün yıllarının ardında, uçakla Tahran’a döndüğü gündür.
İran rejimi bu günü törenlerle kutluyor. Daha önce yapmışlar mıydı hatırlayamadım ama geçen çarşamba Humeyni’nin dev oranlardaki kartondan maketini yürüttüler törende.
Bu olay benim için yeteri kadar eğlenceli. Harika bir iktidar müsameresi. Ama madem öyle inanıyorlar; yapsınlar.
Beni asıl güldüren ise Humeyni’nin karton maketleriyle bizim Atatürkçülerin dalga geçmeleri oldu. Sanki kendi yaptıkları çok farklıymış gibi…
19 Mayıslarda, sallanan kayıktan, bando mızıka eşliğinde, Karadeniz’in serin sularına gömülecek endişesiyle, bir Atatürk büstünü indirerek, Samsun halkını neşeye boğanlar onlar değil mi?
Dört yaşındaki çocuklarına, bu büstleri öptürerek, dindar gençliğe karşı, içi Atatürk sevgisiyle dolu çağdaş gençler yetiştirmeye çalışanlar da onlar…
“Şeriata karşı mücadele” ediyoruz deyip, bilhassa 2007’deki Cumhuriyet Mitinglerinden bu yana Atatürk’ün kartondan maskelerini yüzlerine takanlar kim?
Üstelik bu yaptıkları Kürt ulusalcılara ilham veriyor, onlar da Apo maskesi takıyorlar…
Henüz özerklik elde edip, kendilerininkini dikemedikleri için de, şimdilik Atatürk heykelleriyle idare ediyorlar.
***

ZAMANIMIZIN KAVUKLUSU “DERSİMLİ KILIÇDAROĞLU”…
 Kemal Kılıçdaroğlu, bir televizyon programında bazılarının tek partili dönemiyle ilgili, “Niye demokrasiye zamanında geçmediler?” eleştirisine cevap vermiş!
 “O dönemde seçim sandığı kuracak imkan bile yoktu. Seçim sandığının yapılması için tahta ve kâfi miktarda marangoz mevcut değildi.”
O zamanki CHP’nin ve onun rejiminin demokrasi için bir şeyleri eksikti elbette. Bunun “tahta” olduğunu şimdiki genel başkan söylüyor. Bu mizahı başka kim yapabilir?
Dersimli Kemal iyi ki varsın! Yoksa hepten Cem Yılmaz’a mecbur olacaktık!
Siyasetin çok da fazla ciddiye alınmaması gerektiğini millet sana bakarak öğrendi.
 “Zamanımızın kavuklusu, Dümbüllüsü Kılıçdaroğlu’dur” !
***

DEMİR AĞLARLA ÖRDÜK ANA YURDU DÖRT BAŞTAN!..
Türk’üm, doğruyum!..
“Türk’üm, doğruyum, çalışkanım”;
“Varlığım Türk varlığına armağan olsun”;
“Ne mutlu Türk’üm diyene”;
“Türk öğün, çalış, güven”!…
Benim çocukluk yıllarımda Türk eğitim sistemi, bunlara benzer sloganlar çerçevesinde bir hayat nizamı kurmaya çalışırdı.
Bu yüzden sloganlar ve şiirler, hayatımızın vazgeçilmezleriydi.
“Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan” derken şişinir, gerçek olup olmadığını sorgulamayı bile akıl edemezdik.
Ama rahmetli babam, belli ki, sloganlarla şiirler arasında yaşamıyor, hayatın gerçekleriyle ilgileniyordu.
Nihayet bir gün dayanamadı: “Nereyi örmüşsünüz?” diye soruverdi.
“Örmedik mi?..” dedim hayretle.
“Örmediniz. Sadece Ankara-Sivas arasına bir demir yolu yaptınız.
Senin kitaplarının ‘Kızıl Sultan’ dediği Abdülhamid ise İstanbul’dan Medine’ye ve Bosna’ya demiryolu hattı döşedi, ona neden şiir okumuyorsun?”
Şaşkın şaşkın baka kaldım.
Sonra odama koşup haritaya baktım: Ankara-Sivas arası kısacıktı, oysa İstanbul Medine arası çok uzun bir yoldu.
Sloganlarla gerçekler arasındaki farkı, o gün keşfettim.
Ve o gün, birilerinin beni kandırmaya çalıştığını fark ettim.
Bir gün de, “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” diye dolanırken, babam, başını kitaptan kaldırdı, derin derin baktıktan sonra şöyle bir soru sordu:
“Ben Laz’ım, tembel miyim yani, yalancı mıyım?”
Sonra her insanın yanlışları ve doğruları olabileceğini, bir milletin ne tamamen yanlış, ne de tamamen doğru olamayacağını anlattı.
Hele “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye coşkuyla bağırdığım gün, “Allah’ın armağanı olan varlığımız, ancak Allah’a armağan edilebilir” deyişini unutamıyorum.
İyi ki o benim babamdı!
Yoksa bizim kuşağın milyonlarca mensubu gibi yitip gidebilirdim.

Alıntı : Yavuz Bahadıroğlu
***

MIZRAK ÇUVALA SIĞMAZ OLDU !…
Ergenekon, Balyoz, İnternet Andıcı, Askeri Casusluk Çetesi gibi davalarda topraktan fışkıran silahlar, belgeler, ses kayıtları, sanık itiraflarıyla artık mızrak çuvala sığmaz hale geldi.
Ekip de hayli yıprandı tabii.
Ergenekon davasını sulandırmak için devreye giren kalemlerin yazdığı argümanlar teker teker çökertildi.
Önce; “Üç beş silah ve bombayla darbe mi yapılır” dediler.
Silahlar çıktıkça çıkmaya başladı.
Ardı arkası kesilmediği gibi, depolardan yüzlerce silahın kayıp olduğu ortaya çıktı.
Sonra; “Bu silahlar TSK’ya ait değil” dediler.
Jandarma Kriminal dahil sayısız raporla TSK’ya ait olduğu envanter numaralarıyla ortaya çıktı.
Ardından ortaya Tuncay Güney’i attılar ve Ergenekon davasını “meczuplaştırmaya” çalıştılar.
Ama Ergenekon’un “Tuncay Güney değil Veli Küçük” olduğu kısa sürede berraklaştı.
Yetmedi; “İrticayla Mücadele Eylem Planı’na kağıt parçası” dediler.
Bir meçhul subay çıktı kağıt parçasının ıslak imzalı orijinal halini gönderdi.
Bu sefer, “İmza sahte” dediler.
Emniyet Kriminal, Dursun Çiçek’in 15 ayrı imzasıyla karşılaştırdı, imza birebir aynı çıktı.
“Polis AKP’ci, inanmayız Jandarma Kriminal baksın” dediler.
Jandarma Kriminal’in raporu da “ıslak imza Dursun Çiçek’e ait” dedi.
“Balyoz toplantısı darbe değil, bir savaş oyunu semineriydi” dediler.
Balyoz’un TSK tarafından tutulan resmi ses kayıtları bulundu.
Kayıtlarda, adım adım darbenin nasıl yapılacağı anlatılıyordu.
“O da bir iç tehdit semineriydi, hem Genelkurmay’ın haberi vardı” dediler. Genelkurmay’ın “İç tehdit konuşulmamalı” diye resmi yazı gönderdiği ortaya çıktı.
Bütün söylemleri bitince, bu süreçte ölümüne Ergenekon’u savunan kalemlerin de itibarı iki paralık oldu.
Kimse laflarına inanmaz oldu.
***

AZ KAŞARDAN TOST ÇOK KAŞARDAN DOST OLMAAAZ…
Karpuz seçerken gösterdiğimiz özenin yarısını sevgili seçerken de gösterseydik, bu kadar kelek aşklar yaşamazdık…
Seni kaybettiğime üzülmüyorum. Nasıl derler cana geliceğine MAL’a gelsin…
Hayat tesbih misali bazen çekip bazende salliceksin…
Ben mevlana değilim adam ol öyle gel…
***

“ZAMANAŞIMI”
Malûm; Dev-Yol terör örgütü davası “zamanaşımından” düştü!..
Bugünlerde, bir “mağdur” edebiyatına şahit oluyoruz ki sormayın gitsin!..
Dikkatinizden kaçmıyordur; “militan sol”a mensup olanların yargılandıkları bir dava zamanaşımından düşmüşse, düğün bayram ilan ediliyor…
Bu kesimden olmayan birilerinin davası, “kazara” zamanaşımından düştüğünde ise yargı, hatta hükümet “topyekûn” hedef alınıyor!..
Yok, yok, kim ne derse desin; sistem hâlâ “militan sol” hakimiyetinde!..
Sokak ortasında çatır çatır, öğrenci, öğretmen, polis, asker katletmiş bir sol terör örgütünün mensupluğundan yargılananlar “zamanaşımı”ndan yırttığında düğün bayram ilan ediliyorsa…
Diğer tarafta da, zamanaşımından yırtmış filan değil, bütün mahkeme kararlarıyla beraat etmiş insanlar bile “suçlu” ilan ediliyorsa…
Bu böyledir!..
***
GÜNÜN SORUSU …
* Bu ülkeyi, ekonomik krize çare olur düşüncesiyle domatesi kilo usulü değil tane usulü alalım diyen ekonomi profesörlerinin arzı endam ettiği günlerden, bütün dünyanın parmakla gösterdiği günlere kim getirdi?…
* Çöp dağlarından geçilmediği, hava kirliliği nedeniyle soluk alıp vermekte güçlük çekildiği, suların akmadığı İstanbul’u “Marmaray” düzeyine kim getirdi?…
***

MİLİTARİZM ?…
Militarizm de en kaba tanımıyla, askeri kurum ve değerleri diğer toplumsal kurum ve değerlerden üstün tutmak demektir.
(En güvenilir kurum” anketleri boşuna yapılmıyordu yani)…
Askeri kurum ve değerleri üstün tutmanın biricik yolu da iç ve dış tehdit telakkisidir.
Bu saatten sonra “iç tehdit” algısının ne işe yaradığını konuşmaya gerek yok. (Askeri vesayetin mütemmim cüzü olduğunu TOSUN’UM bile anladı.)
***

Eğer söylenecek sözünüz varsa ekleyin..
Eğer söylenecek sözünüz yoksa sözleri okuyun..
Okumaya da zamanım yok diyorsanız..
O zaman PAYLAŞ ın birileri mutlaka okur…
***

Çeşitli Makale ve Yazılarım için:
http://www.turklider.org/TR/DesktopDefault.aspx?tabid=1583 da ” Haluk Cangökçe Gözüyle”

Araç çubuğuna atla