ZAMAN NE ÇABUK GEÇİYOR…
Zaman, ne çabuk geçiyor.
Daha dün mahalle arasında plastik top peşinde koşan minicik birer çocuktuk.
Büyüyünce yapacağımız şeylerin hayaliyle erittik zamanı ve büyüdük.
O günlerden hafızamızda tatlı anılar kaldı. Mahalle arasında, sokaklarda ya da ekilmemiş tarlalarda top peşinde koşarken yaşanmış anılar…
Çocukken sokakta top oynamayanımız yoktur heralde. Tabi şimdi çocuklar sokaklarda futbol oynayabilecek tenha yerler, yada boş arsalar bulamıyorlar..
Ama bizim nesli ve öncesi bol bol bu yerlerden bulabiliyordu.
Küçüklüğümüzde aklımızda kalan en önemli anlar mahalle arasında top oynadığımız zamanlardı.
Erkek çocukların vazgeçilmez tutkusu olan futbol bundan 50 yıl öncesine kadar farklı bir anlam taşırdı.
Toprak, beton, çamur dinlemeden iliklerimize kadar hissettiğimiz mahalle futbolunun, gülümseten, kendine özgü kuralları vardı…
Takım ruhunun, yardımlaşmanın, paslaşmanın ilk öğrenildiği faaliyetlerdi toprak sahalarda oynanan futbol maçları.
Arkadaşlığın, dostluğun, komşuluğun kıymetinin en iyi anlaşıldığı zamanlardı.
Komşunun çocuğu, her zaman 1 numaraydı. Maçlarda en büyük destekçimiz oydu. Camları beraber kırardık.
Her zaman topun sahibi, en iyi dostumuzdu! Mahalleliden yenilen fırçalar onun yüzündendi ama olsundu.
Küçükken oynanan bu maçlarda bir UEFA maçı havası vardı!
Maç için belirlenen saatte ve sokakta (arsada, vs.) buluşulurdu.
Takımlar birbirlerini süzer ve maç başlardı. Zemin hiçbir zaman futbol oynamaya müsait olmazdı. Diz boyu çamur ve bardaktan boşanırcasına yağmur altında bile gol peşinde koşulurdu.
Ama ne mümkün! Usta şair Cahit Koytak’ın o nefis ‘Futbol Oynayan Çocuklar’ şiirinde dediği gibi ‘Yağmur yutuyor bütün golleri’…
Mücadele, kaybetmek, haksızlık, kazanmak, takım olmak…
Bunlar hep birlikte öğrenilirdi. Bu rüya top görünmez oluncaya kadar sürer, eve gidince annemizin “Ne bu pislik, hemen banyoya.” serzenişleri ile sona ererdi.
Bu maçların ofsaytı yoktu belki ama kendine göre kuralları vardı. İşte mahalle maçlarının ilginç kuralları…
ÇOCUKKEN GEÇERLİ FUTBOL KURALLARI…
Topun sahibi tüm kuralları koyar, takımı kurar, kaleyi seçer, istemediği kişileri topuyla oynatmazdı. (Bazen bu işi profesyonel bir şekle dönüştürür, 25 kuruş veren herkesi oyuna sokardı!)…
Takımlar kurulurken ilk oyuncuyu seçme hakkı, adım almayı iyi bilenindi…
Oynayacakların sayısı eğer tek ise, güçsüzlerden biri devre değiştirerek gönlü alınırdı….
İyi oynayan iki kişinin aynı takımda yer almamasına dikkat edilirdi…
Maçların hayali kale direkleri arası adım ile sayılır, olmaları gereken yerler iki taş ile işaretlenirdi…
Para o zamanlar kolay bulunmadığından maçın hangi takım tarafından başlatılacağına; bir tarafına tükürülmüş yassı bir taşın havaya atılıp, yaş mı,kuru mu seçiminde doğru tarafı bilen tarafın başlaması yöntemi ile karar verilirdi…
Dizde veya ayak ucunda top sektirerek de sıra belirlendiği olurdu (genellikle 9 aylık veya 21 aylık gibi oyunlarda). Bu durumlarda ilk sektirmek isteyen “Birim bir Allah, kırmızı bayrak, yeşil kitap” derdi.
Maçlarda eğer iddia varsa ödüller genel olarak gofret, dondurma, simit, gazoz vb. ürünlerden oluşurdu…
Lefter, Can, Metin, Turgay, gibi dönemin popüler futbolcularının adı alınırdı.
Üç korner bir penaltıydı…
Topu patlatan parasını öder, patlak top ikiye kesilip kafaya takılırdı.
Elin avantajı olmazdı…
Bel üstü gol sayılmazdı…
Taçtan kendi önüne atıp başlatılınca, taç değişirdi.
UNUTULMAZ KLİŞE LAFLAR ŞUNLARDI…
*At bakayim abinin kıllı göğsüne!”…
*Babanda mı futbolcuydu bee…
*Ya oynarım ya bozarım!…
*Ben tek, hepiniz …
*Hem kaleci hem oyuncuyum…
*Hamam parası
*10’da devre 20’de biter
*Volelik at!
*Topu patlatan parasını verir
*Babanın evinde böyle mi yürüyon
*Milli saha mı burası
*Net var…
*Zımba çekmek yok …
*Nerde eline değerse penaltı
*Beke gelin! Paylaş…gibi…
Maçlar minyatür kalede oynanıyorsa, penaltı boş kaleye ters şekilde topukla vurulurdu…
Pas vermeden sadece çalım atarak gol atılırsa sayılmazdı…
Abanma ve burun vurmak yoktu, vurulursa eleştirilip kınanırdı…
Atan alır” kuralı vardı. Eğer top kime çarpıp çıkmışsa topun gittiği yer neresi olursa olsun koşa koşa gidip topu alırdı…
Top, oyun alanı içerisindeki herhangi bir arabanın altına kaçarsa büyük bir şevkle arabanın altına yatılıp top alınırdı. Topu ilk kim kaparsa o takımda başlardı.
Arabaaaaa diye bağırılınca herkes donar, araba geçince maç kaldığı yerden devam ederdi…
Frikiklerde “açıl biraz”denince, “Burası Ali Sami Yen mi olum?” şeklinde cevap verilirdi…
Frikiklerde baraj mesafesi, frikiği kullanacak olan kişinin koca bir zıplayışının akabinde 3 koca adım atmasıyla belirlenirdi. Büyük atılan adıma karşılık olarak rakip takım “sen tuvalete de mi böyle gidiyon?” diyerek ortalığı kızıştırırdı…
Kaleci oyuncu kavramı vardı. Takımların genellikle iyi oyuncuları bu kutsal göreve kendilerini adarlardı…
Mahallenin abileri kaleci alıştırırlardı ve buna göre puan verirlerdi. Aralarında kavga eden çocukların puanı kesilirdi…
Kalecinin degajla gol atabilmesi bir yetenekti fakat gene de gol sayılmazdı. Karşılıklı atışmaların sonunda yoldan geçen herhangi biri hakem yapılırdı ve sonuca o karar verirdi…
Kaleci topu 3 kere sektirirse rakibe “Açılsana 3 kere sektirdim”derdi, rakip açılırdı; efendilik vardı…
Sabit bir kaleci yoksa 2 golde bir veya dakika usulü oyuncular aralarında değişirdi. Kalecilik sırası “Sonum bir Allah” diye kim başlarsa o kişiden geriye sayılırdı…
Varsa hakeme yapılan en dolu dizgin hakaret: “hakeme gözlük, eline de sözlük” tü…
Eğer bir oyuncu faule maruz kalmışsa ama devam etmek istiyorsa, rakip futbolculardan birinin yürümesini dahi bahane ederek: “Adamın devam ediyor.” derdi…
El kasti değilse (bunu da o zamanlar nasıl ayırıyorsak hiç anlamış değilim) o top direkt kaleye kullanılmaz, “kasti değilki oğlum, gol olmaz.” denirdi…
Maçı izleyen küçük bir grup varsa, penaltı olup olmadığına o karar verirdi, saygı vardı…
Penaltılarda kaleci değiştirilirse 2 penaltı atılırdı. Eğer ilk penaltı gol olursa ikincisi atılmazdı…
Penaltılarda eğer takımınız açık ara farkla öndeyse kaleciye vurdurulurdu. Ama en güçlü forvetiniz penaltıyı kullanacaksa, hemen rakip kalecinin gönlü alınırdı: “Merak etme olm, teknik vuracam.”
Eğer kaleci dahil herkes çalımlanmışsa; o top çizgiye kadar götürülür ya popo dürtmesi yada yere yatıp kafa, burun, alın gibi vucut kısımlarının dürtmesi ile gol atılırdı…
Top insanın pek münasip olmayan bir tarafına gelirse herkes `İşe işe!` diye bağırırdı…
Gol olduktan sonra eğer tartışmalar olursa ve golü yiyen takımın bir oyucusu golü kabullenirse rakip takım direk o kişiyi yüceltip “adamın gol diyo” diyerek golü alırlardı. Golü kabullenen kişi de kaleye veya defansa alınırdı…
Kaleler taştan olduğu için atılan şut önce defansa çarpıp sonra taşın üstünden geçtiyse şutu atan takım gooll diye yaygara çıkarırdı. Rakip takımın “gol değil kale üstü” cevabına, “gol yoksa korner o zaman ver” diyerek racon kesilirdi…
Milli birlik ve beraberliğimiz mahalle maçlarında başlamıştır. Önce maçlar yapılır. Centilmenlik skora yansımazsa sopalar, taşlar konuşurdu…
Skor ne olursa olsun akşam saati yaklaştığında “Golü atan kazanır.” kuralı işlerdi…
Hava kararınca, ezan okununca, anne-baba çağırınca maç biterdi…
Maçlardan sonra su sırasına girmek ayrı bir davaydı ve mutlaka koşa koşa gidilirdi. Genellikle yaşlı amca veya teyzeler, zemin katta oturanlar bu işin acımasız kurbanlarıydı…
Hey gidi gunler hey, kopekler az topumuzu patlatmadı…
Bu kuralları yaşayan son kuşak bizdik sanırım…
Fakat anlamadığım su, cep telefonunu bırakın!, telefonun bile çok az olduğu bir zamanda Türkiye deki bütün mahallelerde nasıl aynı kurallar geçerliydi anlamak mümkün değil…
Kızlarıda unutmamak lazım seksek sonra yere taş atıp zıplama oyunu (adını unuttum) HEY GİDİ GÜNLER, babamdan yediğim fırçalar…Mahalle kavgalarım aklıma geldi…
Yeni nesil çok asosyal büyüyor çocukluğun asıl zevklerini yaşayamadan…Ne tombilisi, ne saklambaçı, ne çelik çoğak’ı, ne dokuztaşı, ne karpit patlatmayı, ne kale baskınını…
Ne de; Köşe kapmaca, Gölge kovalamacası, Kaç kurtul, Tutsak almaca, Mendil kapmaca, Yağ satarım/Bal satarım, Dekman, Çivi/Çakı, Tüf tüf, Cicili/Misket, Gazoz kapağı, Telli araba, Kimin Eli Kimin Üstünde, El kızartmaca, Yakan top, İstop, Seksek, İp atlama, Birdirbir, Körebe, Cicoz’u ne de Kutukutu Pense’yi biliyor şimdiki nesil..
Şimdi bakıyorum herkes internet cafelerde bilgisayar başında…
HALUK CANGÖKÇE….7 KASIM 2011
Çeşitli Makale ve Yazılarım için:
http://www.turklider.org/TR/DesktopDefault.aspx?tabid=1583 da ” Haluk Cangökçe Gözüyle”